B.M13

881 52 42
                                    

    Tüm konser boyunca hiçbir şeyin ters gitmemesi için uğraşmak o kadar yormuştu ki beni, neredeyse Jungkook'a verdiğim kahve sözünü unutuyordum.
    Araba durduğunda beni beklemeden inmişti Jungkook ve arkasına dahi bakmadan ilerliyordu. Acaba unutmuş muydu o da sözümü? Ya da onun ardından gelmemi mi istiyordu? Her nasıl düşünüyorduysa da şirketten iki kahve aldıktan sonra onun odasına gitmem de bir oldu.
    Kapıyı tıklatıp "gel" demesini bekledikten sonra girdim içeri. Üzerinde bornozuyla bana bakıyordu. Ben ise ne yapmam gerektiğini bilemez bir şekilde ona...
    En sonunda bu durumdan sıkılmışçasına küstah bir şekilde konuştu.
"Ne var? Böyle durup üzerimi çıkartmam için bekleyeceksin mi?!"
    Bu sözlerle yanaklarımı dolduran alevleri hissedebiliyordum.
"Y-yoo, ne alakası var? Ben sadece sana verdiğim kahve sözünü tutmak için gelmiştim."
   Ve elimdeki iki bardak kahveyi gösterdim.
"Benimle vakit geçirmeye bu kadar hevesli olduğunu bilmiyordum."
    Bunları söylerken yüzüne takındığı o umursamazlık... Neden beni sinir etmek bu kadar hoşuna gidiyordu ki?!
"Sözünün eri olan biriyim diyelim biz ona, en azından yalan olmaz."
    Sonrasında ise elimdeki kahvelerden birini uzattım ona. Sonrasında ise gözlerim üzerindeki bornoza takıldı ve boğazımda bir utancın düğümlendiğini hissettim.
"Ya da ben daha uygun bir zamanda geleyim."
    Bu söylediğime kahkaha atarak cevap verdi.
"Sence bunu söylemek için geç değil mi? Hem merak etme içimde tişörtüm var."
    Bu konudan rahatsız olduğumu anlamamış mıydı cidden. Konuyu değiştirmek için sordum ona.
"Hala ateşin var mı?"
    Verdiğim kahveden bir yudum içip cevapladı sorumu.
"Yani biraz var ama kendimi iyi hissediyorum. Bir de duş alayım, tamamıyla kendime gelirim."
"Hmm o zaman fanmeeting'e de geliyorsun?"
"Elbette."
"Peki toplantı?"
"Ona da gelirim."
"Tamamdır."
    Defterime bazı notlar aldıktan sonra kahvemden bir yudum içtim ve ortamdaki gerici sessizliğe aldırmamaya çalışaraktan bakındım etrafa. Onun gözleri ise benim üzerimde dolanıyordu. Bunu hissedebiliyordum, vücudumda gezinen o merak dolu bakışlarını sezebiliyordum.
"Ee sadece sağlığımı kontrol etmek için mi geldin buraya?"
    Manasız bir şekilde "evet" dedim ona. Sanki biraz hayal kırıklığına uğramış gibiydi. Hayır ne bekliyordu ki? Dünkü olay için ona ne kadar minnettar olduğumu gösterip durmamı mı? Ne kadar mükemmel biri olduğunu sevmediği bir insandan duymayı mı? Ben tam bu düşüncelere dalmış iken o kadifeyi anımsatan sesiyle parçalara ayırdı düşünce bulutumu.
"Bana kendinden bahsetsene. Ailenden, arkadaşlarından..."
    Bu her bir kelimeyle zihnimin bir boşluğa aktığını hissettim. Cidden de ona bunlardan bahsetmemi mi istiyordu?
"Babam bir iş adamı, kendi şirketi var ve iki aylığına yurt dışına çıktı. O yüzden ben de annemle beraber kalıyorum. O da genelde hayır işleriyle kendini oyaladığı için vakit geçirdiğim kişiler çoğunlukla arkadaşlarım."
"Wow, durumunuzun iyi olduğunu bilmiyordum."
   Bu da ne demekti şimdi?! Sinir olduğumu belli etmemeye çalışaraktan "Ne alaka?" dercesine baktım ona. Ama o cümlesindeki iğneleyici tondan olsa gerek açıklama gayretinde bile bulunmadı. Bu durumun beni rahatsız ettiğini belli etmek istiyormuşçasına kalktım ayağa ve yapmam gereken işler olduğunu söyleyerekten odasından çıkacakken konuştu.
"Durumunuzu biliyorum. Dün kuzenin benim gözümde olan değerini bitirmek umuduyla söyledi her şeyi. Hayır, neden bana yalan söyleme gereği duydun ki?"
    Dilim tutulmuştu, kuzenimin bu kadar alçabileceğini görmek beni taşıdığım kandan o kadar utandırtmıştı ki... Ve şimdi yavaş yavaş anlamaya başlıyordum Jungkook'un davranışlarına dokunan bu hafif kibarlığın sebebini. Çünkü o bana ACIYORDU, BANA ACIYORDU!
     Nasıl buna hakkı olabileceğini düşünebilirdi ki? Zavallı bir durumda olduğumu da nereden çıkarmıştı?
"Biz ne yapalım bence biliyo musun, bu konuyu burda kapatalım ve sen meeting için hazırlan. Şunu da unutma ki senin gibi birinin acımasına ihtiyacım yok benim!"
      Tam oturduğum yerden kalkmış kapıyı çarpıp çıkacaktım ki kolumdan tuttu beni.
"Lee Inn... Hayır... Yanlış anladın sen beni..."
      Verdiğim bu tepkiye şaşmış olmalı ki olayı düzeltmek için hangi kelimeleri sarf etmesi gerektiğini bile ayırt edemiyordu. Ben ise hücuma hazırlanan gözyaşlarımı iteleyerekten kolumu onun o kemikli parmakları arasından kurtarmaya çalışıyordum. Ancak olmadı, ne o beni bıraktı, ne ben gözyaşlarıma direnebildim. En sonunda yorgun bir şekilde gardımı indirdiğimde sımsıkı sarıldı bana. Bir martının yerde bulduğu küçük bir simit parçasının verdiği umutla havalanırken çırptığı kanatları kadar hızlıydı kalp atışları, vücudu gözyaşlarımı havaya karıştırabilecek kadar sıcak. İşte o an girebildiğim kadar içine girebilmek istedim, tüm dünyadan saklanmak, derinlerinde kendimi tekrardan yalnızlığa vermek.
"Soe, ben sana acımıyorum. Sadece hayran kalıyorum, ayakta durabildiğin için..."
     Soe... Sesinin tınısında babamın varlığını hissetmiştim. O Soe derdi bana, ben onun biricik Soe'siydim ama şimdi göklere yükselmesiyle biriciği olabileceğim kimse de kalmamıştı. Yalnızdım ben, çevremdeki insanların gürültülerine rağmen yalnız... Attığım çığlıklar kendi içimde boğuluyordu, gözyaşlarım kınını bana doğrultmuş birer düşmandı adeta. Dünyamın ışığı alınmıştı gökyüzünden, karanlıkta kalmıştım ben. Ama... Ama çırpınmak istiyordum, beni diplerde boğmayı düşünen bu dalgalardan kulaçlarla kurtulmak...
....
Heeey benim minnoş, antep fıstıklı çikolatalarımm😋 yaklaşık yarım yıldır bölüm atmadığım için çok ama çok özür dilerim ama gerçekten fazlasıyla meşgulüm bu aralar. Amaaa yorumlarınızı okuyunca dayanamadım vee yeni bir bölüm atıyım şu çilekli mozaik pastalarıma dedim🤤. Umarım beğenirsiniz mwaah
....
   

   

BANGTAN'IN MENAJERİWhere stories live. Discover now