"YANGIN'DAN SON ON BEŞ."

398 72 92
                                    

Yüzyüzeyken konuşuruz - Sandal

Çağan Şengül - Benimle Kal

Emir Can İğrek - Aç Bağrını

🌹

Yangın'dan son on beş.

Etrafımız har, dinle. Ateşin, çıtırtılarını.

Annem avuçlarımızda olan çizgilerin acımızın bir parçası olduğunu söylerdi; Bu yüzden her zaman annemin avuçları avuçlarımın içindedir. Acımı hissetmek için.

Biliyor musun? Burası har, burası yangın.

Avuçlarım da bir gülün dikenini eziyorum. Çamurlu yollarda koşarken, bazen düşüyorum bazen dizlerim yaralanıyor ama gül hâlâ elimde Ve onca darbeme rağmen ölü değil, Kırmızı. Sevinemiyorum o an. Biliyorum, Avuçlarıma kapanan ellerin hediyesi bu bana. Dokunduğu yerde gül kanıyor. Dizlerime bakıyorum, Kaç çizik olduğunu görmek için dizlerimin üzerinde çöküyorum. Böyle göremeyeceğimi sen bana gülümserken anlıyorum.

Senin ellerinde henüz ölen bir papatya var dizlerime uzanıyorsun ama papatyayı bırakmıyorsun, Yaralı dizlerimin üzerine bırakıyorsun. O an bir yaranın ölü çiçeğin külü ile kapandığını hissediyorum. Gülümsüyorsun.

Elimi tutuyorsun, o an tüm çiçeklerin dizlerimin önünde canlandığını görüyorum. Bir bahçe doğuyor, Koşuyoruz. Yol çamurlu, taşlı. Zaten bu hep böyleydi garipsemiyorum.

Geçtiğimiz yol da Bir sürü ay çiçekleri var. Boyumu epeyce aşıyor ama aralarından geçebiliyoruz. Elbisemin etekleri uçuşuyor. Homurdanıyorum o an neden elbise giydiğimi sorguluyorum. Sen yine gülümsüyorsun.

Sen uçurtmasını kaybettiği için kaldırım kenarında ağlayan o çocuğun, evini gökyüzü yaparsın.

Yoruluyorum. Yürüyemiyorum ve dans etmek istiyorum. Güneş hâlâ yanarken, tam tersine dönüyorum. Saçlarıma güneş ışığı vuruyor. Ellerimi havaya kaldırıp dans ediyorum. Bir süre sonra kendimi kaptırıyorum. Seni de dansa kaldırıyorum. Ayağa kalkıyorsun ama dans etmiyorsun. Güneşin, saçlarımı yaktığı yerden saçlarımı örmeye başlıyorsun. Ben hâlâ dans ediyorum. Saçlarımı örerken biraz zorlanıyorsun hafif kızıyorsun bana ama dinlemiyorum. Pes etmiyorsun.

Saçlarımı örmeyi bitiriyorsun. Yanlarından saçlarım çıkıyor biraz dağınık olmuş. Yapamadığin için kendine kızıyorsun. "Seni sevmekten başka hiç bir şey yapamıyorum çok beceriksiz bir adam oldum." Diyorsun. Kendine kızmana kızıyorum. "Boşver." Diyorum. "Ziyanı yok ben zaten dağınık bir kadınım."

Yine gülümsüyorsun. Terlemiş avuçlarını birbirine sürüyorsun. Tekrar bir nefes verip, çiçekleri kokluyoruz önümüzde bir sürü çiçek var her birinin adını tahmin etmeye çalışıyoruz. Sen hepsini biliyorsun ama ben bir tanesini bilemiyorum. Adını unutuyorum. O an gül diyemiyorum. Üzülüyorum ama bunu sana bakarken yapmıyorum. Başımı çeviriyorum. Kaşlarını çattığını hissediyorum. Yüzümü kendine çeviriyorsun. Göz bebeklerimden sus çizgime kadar gözlerini değdiriyorsun. Henüz sönmüş bir yangının küllerini avuçluyorsun gözlerinle. "Ağlamasana," diye mırıldanıyorsun. "Ağlarsan ağlarım."

Tutamıyorum o an bir damla gözlerimden düşüyor. Ben sen görme diye hemen o damlayı silmeyi yeğliyorum. Geç kalıyorum avuçlarımı yüzüme götürmeden yakalıyorsun. Avuçlarımı yanaklarına bastırıyorsun. Yüzünü yakınlaştırıp gözyaşımı öpüyorsun. Yüzünü boynuma gizliyorsun. Yaramazlık yapmış bir çocuk gibi. "Sanki," diyorsun. "Sanki bir çiçek yanmış boynun da tenine yanmış çiçek. Çok güzel büyorsun toprağımda ağlarsan yağmur kokar, çürür. Benim toprağım da sana hep güneş doğsun."

Bir yaş daha düşüyor. Bu sefer senin omzuna konuyor. "Güneşde yanıyorum," diyorum. "Yağmur gerek." Başını sallıyorsun onaylamaz bir şekilde. "Hayır," diyorsun. "Yanmazsan külüme katamam seni, yansana bana, yanıyorum sana." Gülümsüyorsun. Yanarken bile çok güzelsin.

Yutkunuyorum. "Gelsene," diyorum. Avuçlarından tutup. "Seni bir yere götüreceğim." Ellerini tutuyorum. Başını boynumdan çekerken tekrar tekrar kokladığını hissediyorum. Bana karşı çıkmıyorsun. Geldiğimiz yolu geri dönüyoruz el ele. Beraber uçurumdan yuvarlanıyoruz şapşallığımıza gülüyoruz. Yoldan geçerken dondurma alıyorsun bana. Hava çok sıcak ve eriyor avuçlarım hep yapış yapış oluyor. Elimi bırakmanı istiyorum. Somurtuyorsun "Hayır," diyorsun. "Ben severim." Diyorsun. Yine gülümsüyorsun.

Sonra adımlarımız duruyor. "Geldik," diyorum. İşte burası. Hayran hayran bakıyorsun. Anlatmaya başlıyorum.

"Biliyor musun? Burada çocuklar ağlamıyor. Burada hiç gün batmıyor çocuklar gün boyu oynuyor. Neşe'leri hiç eksik olmuyor. Çiçekleri sulamadan büyüyor. Yollar hiç bitmiyor, sonu hep aynı yere çıkıyor. Burada bir anne tüm kimsesiz çocukların aynı anda başını okşuyor. Bir baba aynı anda tüm çocuklara şeker veriyor hepsine aynı anda tek tek sarılıyor. Kimse ölmüyor, anneler babalar,oğullar gömülmüyor.

Gülümsedi. O hep gülümserdi. Avuçlarımı kalbine bastırdırdı. "Neresi burası," diye sordu.

"Burası bizim gezegenimiz." Dedim. Mırıldandı o'da benim gibi. Aynı an da mırıldandık. "Burası bizim gezegenimiz."

Gezegenimizde sen hep gülüyorsun.

Ben, sana. Sen bana gülümsediğin için gülümsüyorum.

🌹

Merhaba. şu an okuduğunuz hikayede mantık yok. Bir kulp yok. Karakter, bir olay örgüsüde yok. Bir kancaya takmıyorum. Birbirinden dağınık kurgusuz bir hikaye bu. Sadece bazen insan bir zorunluluk olmadan, ya da bir olaya bağlı olmadan yazmak istiyor. Ve ben böyle acımı atmak istediğim, bir olay örgüsüne bağlı olmayan şeyler düşünüp yazardım defterime, aklımdan öylesine bir şey geçer, bir anda defteri elime alırım. Artık buraya da yazıyorum. Tamamiyle bana ait bu kitap'a hoşgeldiniz. Umarım yazdıklarım, kalemimden kopup dökülenler, sizin kalbinize dokunur.

Ve sen henüz bir kitabı yeni bitirmişken, her şeye veda etmişken, bir an dönüp bakmanı istiyorum. Tesadüfen. Söyleyecek tek kelime, cümle kalmamışken. Son bir kez ardına bakmanı bu kitapta olacağını biliyorum.

Biliyor musun? Burası bizim gezegenimiz.

KÜL'Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin