15.Bölüm "Can Yanığı "

550 147 28
                                    


Damien Rice - 9 crimes

Damien Rice - the greatest bastard

ALABORA 15 | CAN YANIĞI

Acı iki cesetten oluşuyordu.

Acı iki kefen giyiyordu.

Acı kendisinden besleniyordu.

Hayatın insana kattığı çok şey vardı, aldıkları belki de daha çoktu. Alaz Merih hayatımın merkezine oturmuştu, bir çocuk için kendi hayatımı mahvetmiştim. Yine olsa yine yapardım. Kızdığım tek şey bir meçhuliyetin içindeki hislerimdi. Ne olduklarını bilmiyordum. Ne hissettiğim hakkında bir fikrim yoktu. Korku o kadar baskındı ki hepsini geride bırakıyordu. Zor anların bende yarattıkları, üzerine tuz basılmış yaralar gibiydi.
Beni en çok yaralayan Çınarlı'ydı. Yaralarımı saran da oydu, belki de bir yenisini daha açmak için yaralarımı sarıyordu.
O benim ecelimdi.
Toprağı kazılmış mezarımdı.
"Bu lanet olası yerde ne oluyor?" Çınarlı'nın sesi boş fabrikanın içinde yankı yaparken, elimin tersiyle gözyaşlarımı sildim. Alaz Merih elimi bırakıp Korhan'ın üzerine yürümeye başladı.

"Sen yapıyorsun değil mi pezevenk?" yakasından tutup ittiğinde, kollarımı kendime sardım.
"Bu sefer o değil." Diye fısıldadım. Korhan'ın yakasını bırakmadı. "Alaz yanıma gel korkuyorum." Bu öyle bir cümleydi ki, bunu söylemek benim için ilkti. Söylerken sesim titredi, farkında olmaksızın içtenlikle çıkmıştı kelimeler dudaklarımdan. Bakışları bana döndü. Birkaç dakika gibi gelen beş saniyelik bakışmamız onun benim yanıma gelmesiyle son buldu. Bıraktığı elimi tekrar tutup, etrafına bakınmaya başladı.
"Bana iki zarf ulaştı, birinde benim diğerinde Lavin'in adı vardı." Dediğinde Korhan, Alaz Merih tuttuğu elimi sıkmaya başladı. Bunu farkında olmadan yaptığının bilincindeydim.
"Birincisi Lavinia gelecek olan zarf neden sana geliyor? İkincisi ona Lavin deme suratını trafik ışıklarına çevirir pipetle yemek yemek zorunda bırakırım seni puşt herif!" tehditkâr ses tonu fabrikanın içindeki ağır kasveti ve gerginliği ikiye katlarken, sessizce onları dinliyordum. Her şey beni yüzümdendi. Başından beri Sekar diye birinden tehdit alıyordum. Ama ciddiye dahi almamış, umursamaz bir tavır takınmıştım. Şimdi çevremdeki insanlar bu tehdidin içine çekilmişlerdi.
Bu olanlar benim yüzümdendi.
Çevremde olup biten her şey soyutlanırken, düşüncelerim tüy yumağına dönmüştü. Ve ben o tüy yumağının içinde kaybolmuştum. Alaz Merih, Korhan ailem herkes belki de benim yüzümden zarar görecekti. Ama neden? Kime ne zararım olmuştu? Tehdit edilecek kadar ne yapmıştım? Ucu uçuruma dayalı tehlikeli oyunların içinde olacak kadar ne hak etmiştim? Neye sebep olmuştum?
Ben ne yapmıştım?
Koluma dokunulmasıyla yerimden sıçrayıp, boş gözlerle koluma dokunan Alaz Merih'e baktım.
"İyi misin?" benim duyabileceğim bir kısıklıkta fısıldadı. Gözlerinin içine, en dibini görecekmişim gibi baktım.
"İyi gibi mi görünüyorum?" bakışlarındaki şefkat donuklaştı, yerini öfke alırken elini yanağıma çıkarıp okşadı.
"Burdan çıkacağız! Ve seni bu kadar korkuttuğu için bunu yapanı bulup canını çok yakacağım." Sessizce onu dinleyip, bizi alaycı bir gülümsemeyle izleyen Korhan'a döndüm.
"Alaz Merih, baban bile senin zayıf noktan olamamışken bu avukatın bunu başarmış olması ne gülünç." Alaz Merih bu sözlerle Korhan'a doğru dönüp beni arkasında bıraktı. Burası fazlasıyla karanlıktı ve bu karanlık beni boğuyordu.
"Seni buraya gömer leşinde boğarım!" dediğinde Alaz Merih Korhan'a, ben başımı Alaz Merih'in omzuna yaslamıştım. Gözlerimi kapatıp, bir süre öylece dinlenmeye çalıştım.
"Onu buraya nasıl getirirsin?" diye sordu Alaz Merih öfkeli bir sesle.
"Benim buraya gelmeme onu da getirmeme sebep olan senin buraya gelmene sebep olan nedenle aynı Çınarlı." Korhan'ın yalın ve sakin sesi kulaklarımda çınlanırken aynı sözü defalarca kez tekrar etmesine bir anlam veremedim. Ya da kendi zihnim bu sözü beynime kazımak istercesine defalarca kez tekrar etmişti.
"Burdan çıkmamız lazım?" gözlerimi aralayıp, telefonuma baktım. Burada çekmiyordu. Defalarca kez denemiştik. Telefonumun kapanmasıyla derin bir nefes aldım. Şimdi tek bir telefon kalmıştı.
"Alaz..." sesimin tahriş olmasıyla öksürdüm. "Telefonun nerde?"
Bakışlarını omzundan bana çevirdi. Birbirimizi, yakın olduğumuz ve Korhan'ın üzerimize tuttuğu ışık sayesinde görüyorduk.
"Arabada kaldı, sen iyi görünmüyorsun." dediğinde kafasını kapının olduğu tarafa çevirdi. Kaşları git gide çatılırken, bakışlarını benden uzaklaştırıp Korhan'a çevirdi.
"Ne oluyor?" diye sordum endişeyle.
"Duman kokusunu alıyor musun?" diye sorduğunda derin bir nefes aldım. Korhan kapıya doğru ilerlerken, duman kokusunu almaya başladım. Çok hafif geliyordu.
"Dışardan geliyor." Dedi Korhan, Alaz Merih kapının önüne ilerledi. Kapının kenarından dışarıya baktığında yüzünde oluşan ifadenin hiçte iyi şeyler olmadığının kanıtıydı.
"Fabrikanın etrafı yanıyor." Bakışlarım donuklaştı.

"Biz içeride iken fabrikayı mı yakıyorlar?" dediğimde bakışlarım kararır gibi oldu. Adımlarımı Korhan'a doğru atıp elindeki telefonu aldım. Ne yaptığımı bilmiyordum başım dönüyor adımlarım sarsaktı. Fenerle etrafıma bakınıp, masanın olduğu yere ilerledim. Sandalyeyi çekip oturdum. Masanın üzerindeki zarfların üçünü de elime aldım. Kafam karmakarışıktı. Yaptığım şeylerin farkında değildim, korku ve içgüdü ile hareket ediyordum. Zarfların birini açtığımda Çınarlı ve Korhan'da yanıma geldi.
"Işığı zarfa tut." Telefonu Korhan'a uzatarak telefonu almasını bekledim. Telefonu alıp, ışığını zarfların üzerine tuttu. Zarfın içinden çıkardığım kâğıdı alıp ön yüzüne çevirdim.
'Küller yangından geriye kalır.'
Diğer kâğıdı da açıp içindeki yazıya baktım. 'Ölüm kilitli değildir.' Son zarfı açıp yazıyı okudum.
'Işığı gör, sonuçlar can acıtmaz.'
"Bu ne demek?" Korhan'ın sorduğu soru benim aklımdaki sorulardan biriydi. Asıl soru bu değildi. Ve Alaz Merih benim aklımdan geçen asıl sorunun cevabını dile getirecek cesareti gösterdi.
"Bu bir cevap, bu bir çıkış yolu... Evet!" Dumanın kokusu fabrikayı sararken elim benden bağımsız masaya sertçe devrildi.
"Adamım bu evime koyduğun bombadan bile daha korkunç! Bulmacalarla aram yoktur, bir şeyler yapıp bizi buradan çıkar beni siksinler ki bir daha karşına çıkarsam." Korhan'ın her an altına edecekmiş gibi konuşmasıyla elimi başıma yaslayarak destek aldım.
"Seni bok herif! Bomba koyduğum zaman haberin olduktan beş dakika sonra da bunu söylemiştin." Alaz'ın alaycı sesiyle başımın dönmesini umursamadan güldüm. Korhan'ın yüz ifadesinin tahmin edebiliyordum.
"Ha! Şey... Aynısını mı demişim yahu?"
"Noktasına virgülüne kadar, kafamı dağıtma buradan çıkmak için düşünmem lazım. Gerçi seni burada bırakıp gideriz."
"Kalbimi kırıyorsun sevgilim."
"Ensende ölümün nefesini hissettiğinde dilin çözülüyor," diye konuştum Korhan'a hitaben, sesimin kötülüğü benim için durumun ne kadar vahim olduğunu gösteriyordu. Ağır kokular beni hep rahatsız ederdi hal buyken şuan gitgide ağırlaşıyordu duman kokusu. "Gerçekten bu sensen öyle kal kendin için."
Bir el başımı kaldırdı, gözlerimi aralayıp kimin olduğunu kavramaya çalıştım. Alaz yüzüme doğru eğilmiş kaşları çatık bakıyordu. "Işığı gözlerine tut Korhan." İlk defa bu kadar ciddi duruyordu. Fenerin ışığı yüzüme çarpınca acıyla inledim. Gözlerim yaşarıp, kapanmak isterken Alaz buna engel olarak göz kapaklarımı kaldırıp ikisini de kontrol etti. Bana hiçbir şey söylemezken kaşlarının daha da çatıldığını ne kadar soğukkanlı olursa olsun gerginleştiğini fark ettim.
"Rengi solmuş, bayılacak gibi duruyor." Diyen Korhan'ı duydum başımı kaldırıp ona bakacak kadar güç yoktu. Ağır bir koku vardı, üzerimde bir yük varmış gibi hissediyordum. Alaz kolumu eliyle kavrayıp tişörtün ucunu çekebildiği kadar avuçlarıma doğru çekti. Baygın gözlerle onun hareketlerini izledim. "Bünyesi zayıf, koku ağırlaşırsa kaldıramaz bunu. Bayılır." Avuçlarıma topladığı tişörtü elimi alarak burnuma tuttu.
"Böyle dursun. Burnunda tut kokuyu hafifletir." Başımı salladım. Ayağı kalkıp kâğıtları aldı tekrar, Korhan'ın elindeki feneri alırken onun dibine girip tehditkâr bir ifadeyle konuştu.
"Onun yanında durmanı ne kadar istemesem de bu sikik yerden çıkabilmemiz için anahtarı bulmaya çalışacağım ve sen onun yanından ayrılmayacaksın!"
Yanıma yaklaşan adım sesi ve ona eş uzaklaşan adım sesini işittim. Başımı kaldırmadım. Zaten pek bir şey göremiyordum. Korhan yanıma gelmişti. Alaz'ın sesini duyabiliyordum. Onun olduğu yerden ışık süzmesi irislerimin yan kısmından bulanık bir şekilde çarpıyordu. Kendi kendine konuşuyordu.
"Işığı gör sonuçlar can acıtmaz..." Sesindeki tını heyecanlı, tekrarladığı cümle bir şey buldum dercesineydi. Işık söndüğünde korkuyla oraya döndüm. Elimi aşağı doğru indirip endişeyle,
"Alaz!" diye bağırdım.
"Buradayım, etrafınıza bakın küçük bir ışık sızıntısı olacak." Dediğini yapıp etrafıma bakındım. Koku ağırlaştığında öksürdüm. Kapının kenarından yansıyan turuncu ışık dışında hiçbir şey göremiyordum. Öksürüp etrafıma bakındım. Gözlerim yaşarmaya başlamıştı. Korhan'da benim gibi öksürdü.
"bir kumaşla burnunu kapat!" dediğinde Korhan onu dikkate almamış etrafımda bir ışık görmek umuduyla bakınıyordum. Ve o an gördüm yukarıdaydı. Hafif nokta kadar bir sızıntıydı.

"Alaz benim çaprazımda, yukarda." Alaz feneri açıp olduğum tarafa tuttu sonra çaprazıma ilerletti. Oraya doğru ilerlemek yerine yanıma doğru gelip sandalyeyi çekip aldı. Hızla dediğim yere doğru ilerleyip feneri kapattı. Duvar dibindeydi. Feneri kapattı, yukarıya bakınırken biraz sağında olan ışık süzmesini gördü. Sandalyenin sesi yankılanırken, üzerine çıktığına dair sesler geldi. Alaz'ın boyu 1.90'dan fazlaydı. Kâğıt seslerinden sonra küfür edip kâğıdın yırtılma sesini duydum. Alazın olduğu yerden ışık geldi. Bu bir fenerdi. Pencere çıkıntısı kâğıtlara kapatılmış içerisine fener konulmuştu. Alaz pencereyi itip, kafasını uzattı. Ve tekrar bir küfür. Sandalyeden inip bize doğru geldi. Korhan'ın telefonunu ona verip, fenerle elindeki anahtarı gösterdi gülümsedim, birkaç defa daha öksürdüm. Avuçlarımdaki tişörtün uçlarını burnuma yasladım.
"Git kapıyı aç. Bende etrafta çıkmamız için su ve büyük kumaş bakacağım." Korhan dediğini yaparak elindeki anahtarı aldığı gibi gözden kayboldu. Alaz Merih yüzümü elleri arasına aldığında bakışlarımı gözlerine çıkardı. "Gidip kumaş ve su bulacağım."
"Nasıl bu kadar eminsin? Burayı ölmemiz için yangın yerine çevirdi ya da çevirdiler." Gülümsedi. Alnımı öpüp, doğruldu.
"Yanılıyorsun, ölmemiz için değil." Sonra oda gözden kayboldu. Öksürüklerim artarken bir gürültü koptu, bakışlarımı oraya çevirdim. Kapı açılmıştı alevler içeriye doluşmuştu Korhan bağırarak geri çekildi. İçeriye doluşan alevleri anlamazken Korhan geriye çekildi. Alevler çok büyüktü.
"Kapının orda benzin bidonu varmış, onu devirdim." Öksürmeye devam ederken, Alaz Merih'in arkamdaki adımlarını duydum. Ve bayağı ağır bir küfür ona eşlik etti... Duymasaydım keşke.
"Su ve battaniye buldum iki tane." Dedi sonra yere ağırca bıraktıkları kulaklarımda yankı yaptı o an bilincimin az kalsın uçup gideceğini hissettim. Sersemleyip sandalyeden düşmeye yakın inanılmaz bir reflekse Alaz kolları arasına aldı. Yere Alaz'ın kollarına düştüm.
"Uyanık kalmak zorundasın."diye fısıldadı. " Korhan battaniyelerin üzerine su dök!" bağırışı fabrikada yankı yaparken öksürdü. Korhan'ın öksürükleri de sarmıştı. Bilincim her an kapanmaya yakındı. Öksürdüm. Alaz'ın gözlerine baktım. "Mete'yi iyileştir."
"Onu beraber iyileştireceğiz."
Öksürdüm. O an yapabildiğim tek şey buydu.
"Islattım."
"Birini kendine sar ve ateşe atla puşt." Gülmek istedim.
"Ortasına atlama, atlayacak potansiyel var sende." Dedim zar zor. Korhan'da güldü.
"Ölmeye kalkma. Ben kaçtım." Dediğinde sesi uzaklaştı. Gözlerimi Alaz'ın boynundan yüzüne kaldırdım. "Kollarını boynuma sar, öyle sıkı sar ki boğulacağımı hissedeyim." Kollarımı güçsüzce Alaz'ın boynuna sardım. Oda ıslanmış battaniyeyi omzuna attı. Ayağı kaldırdı. Kollarım daha da gevşeyecek gibi olduğunda elleri belimi kavradı.
"Sıkı sar Lavin." Dediğini yapıp kalan son gücümle kollarımı sıkı sıkıya sardım boynuna yüzümü de oraya gömdüm. O an yanarak kül oldum. Nefesi boynuma eserken, ölüme şuan daha yakındım. Bize metrelerce uzaklıkta yangının ışığı vuruyordu ama ben kendi içimde o yangının ateşini hissediyordum. "Bacaklarını belime sar." Baldırlarımdan kaldırıp, bacaklarımı beline sarmama yardımcı oldu. Utanamayacak kadar kötü bir haldeydim. Kalçama çıkan elini orada sabitleyip, sıkı sıkıya bedenimi tuttu. Bir eliyle battaniyeyi ikimize doladı. Her tarafımızın kapandığına emindim. Ya da öyle sanıyordum... Kapıya doğru adımladı. Battaniye ile eli belimde sıkı sıkıya sabitlendi.
"Koşacağım boynumu kıracak kadar sıkı sıkıya sarıl." Sözlerinin ardından onun da elleri sıkılaştı. Koşmaya başladı. Hızlıydı. Gözlerim bir anın içine dalış yaptı arabada uçuruma yakınken atlayacağımız an da aynı sahne yanaşmıştı. Ben ona güvenmiş sıkı sıkıya sarılmıştım. Beni kurtarmıştı. Anın içinden çıkarken etrafımı bir sıcaklık sardı. Dişlerini sıktığını ve öfkeyle inlediğini işittim. Sonra yangından çıktığımıza dair sert bir rüzgâr yalayıp geçti bedenlerimizi. Battaniyeyi üzerimizden attığında ne ben kollarımı çekmiştim, ne de o sıkı sıkıya sardığı bedenimi gevşetmişti. İkinci defa hayatımı kurtarmıştı. Ölmenin onun için bir şey ifade etmediğini biliyordum. Yaşamam için mücadele etmişti. Ben bir ölüm çiçeğiydim onun da dediği gibi, ölüm her zaman yanımda idi. O bunu umursamamış, bir yangının ortasında beni kurtarmak için kendi canını göz ardı etmişti. Battaniye ikimizi alacak kadar geniş değildi, genelini bana sarmıştı. Yangının içindeyken çenesini sıkmış inler gibi bir ses çıkarmıştı. Ellerimi aşağı indirmeye korkuyordum. Canı yanmıştı. Canım yanmıştı.

"İyi misin?" dediğinde boynuna damlayan gözyaşlarım ile biraz daha adımladı ileri, yere doğru eğilip oturdu. Kucağında bir bebek gibi sarılmış ağlıyordum. "Ağlama, geçti." Boynundan çıkıp, yüzümü yüzüne hizaladım. Nefesi dudaklarıma çarparken, gözlerine baktım.
"Ateş bedenine değdi mi?" şaşkınca yüzüme baktı.
"Hayır." Yalan söylüyordu, biliyordum.
"Doğruyu söyle." Gözyaşlarımı sildi.
"Değdi..." sözcükler boğazıma takıldı, gözyaşlarım sicim sicim dökülürken ellerimi yanaklarına koydum.
"Hissettim, canının acıdığını hissettim." Kalbim sıkışmıştı. Canı acıdığında kalbim sıkışmıştı. "Çok acıdı Çınarlı. Senin acıdı mı?"
Burnumun ucunu öpüp geri çekildi. "Onları sararsan geçer."
"Geçene kadar sararım."
Bir yangından kurtarmıştı beni. Canını yakmıştı beni kurtarırken ve biz o yangından çıkmıştık. Kapısında ölüm ve yaşam arasında gidip gelirken, arkamızda kocaman bir fabrika yanarken, ben ona yaralarını saracağımı söylemiştim. Geçene kadar yaralarını saracaktım, canı acımasın diye... Canım acımasın diye.
(...)

01.15
Yine onun evindeydi. Üzerimde onun tişörtü vardı. Buradan kaçarak gitmiştim. Serada anlattıkları beni korkutmuştu bense arkama bakmadan kaçmıştım. Şimdi yine buradaydım. Her kötü şeyden sonra ben Alaz Merih'in yanında buluyordum kendimi. Korhan iyiydi. Başımız sağolsun deyip çekip gitmişti. Alaz beni arabaya bindirmiş, nefeslerimi kontrol ettikten sonra arabayı çalıştırmış eczaneden rahat nefes alabilmem için birkaç şey almış yaraları için de kendine bir şeyler almıştı. Yaralarının ne durumda olduğunu bilmiyordum ama ceketi kötü bir haldeydi. Yol boyunca o maskeyi taktırmıştı. Nefes alışverişimi rahatlatmıştı, bana belli etmiyor olsa da canının yandığını biliyordum ve bu bende karışık duyguları peyda ediyordu. Şuan banyodaydı ve ben onun siyah nevresimli yatağında oturmuş bekliyordum. Su sesi kesildiğinde dikkatle kapıya baktım. Yatağın kenarına eczaneden aldığımız merhem sargı ve birkaç ıvır zıvırı yerleştirmiştim. Alaz Merih elinde havluyla çıktığında saçlarının ıslaklığı gözüme çarptı. Sular çıplak omuzlarına damlıyordu. Göğsünden süzülen su damlasını takip ederken, bakışlarımı kollarına çevirdim, yanık veya kızarmaya dair bir şeyler arıyordum. Yoktu. İçim bir nebze olsun rahatlarken gözüm siyah eşofmanın bel kısmına kaydı. Siyah bakstırının lastiğini görebiliyordum. Yanaklarım ısınırken bakışlarımı yüzüne çıkardım. Onu incelememi umursamayıp yanıma gelip, oturdu. "Sırtına bakmam gerekiyor."
"Bir şey yok, ağır değiller birkaç yanık." Dediğinde öfkeyle elinden havluyu aldım. Tek kaşı kalkarken, yüzüme baktı. "Bırak sarayım." Dediğimde gözlerinde ilk defa bir duygu yakaladım. İhtiyaç. Bakışlarım yumuşadı. Birkaç saniye gözlerinde yer edinen o duyguyu görmüştüm. Şefkate ve ilgiye ihtiyacı vardı. Yatakta ona doğru emekleyerek geldim. Dizlerimin üzerinden doğrulup, havluyla saçlarını kurulamaya başladım. Bakışlarım büyük bir dikkatle kuruladığım saçlarındaydı, onun yüzümde olan bakışlarının ağırlığını en derinlerimde hissediyordum. "Sararsan geri dönüşü olmaz."
"Artık geri dönüşü yok zaten." Dediğimde dudaklarının kıvrıldığını hissettim. Büyük bir dikkatle saçlarını kurularken birden beni kucağına çekip bakışlarımı dehşetle yüzüne çevirmeme sebep oldu.
"Ne yapıyorsun?" diye sordum kızgın ve şaşkın bir sesle. Umursamadan saçlarımdaki ellerini hareket ettirdi.
"Devam et, böyle daha rahat edersin." Dediği şey tam tersiydi. Çıplak bacaklarım beline değiyor eşofmanına sürtünüyordu. Sakinleşmek için birkaç dakika bekledim sonra kurulamaya devam ettim.
"Orada yangına doğru koştuğunda korkmadım. Korkmam gerekirdi ama ben korkmadım. Arabadan atladığımız gün gelmişti aklıma bana güven demiştin. Sana güveniyordum beni oradan çıkaracağını biliyordum. Sana güveniyorum Merih, bazense hiç güvenmemem gereken şeyler yapıyorsun ama ben yie de sana güveniyorum." Elimdeki havluyu kenarı koyup, kucağına oturdum. Yüzüm yüzüyle aynı hizadaydı. Büyük bir dikkatle beni dinliyordu. Ellerim saçlarından çekip kucağıma koydum. Elleri belimde hareketlenirken, dudaklarımı yalayarak konuşmaya devam ettim.
"Beni kendinden uzaklaştırmak için senden nefret etmeme sebep olacak şeyler yaptın. Yanında sinir krizi geçirdim. Bıçakla tehdit edildim. Hayatımda görmediğim yaşamadığım şeyleri görüp yaşadım. Bir avukatın veya bir hukuk öğrencisinin onaylamayacağı şeylere susmak zorunda kaldım. Önceden garipsediğim şeyleri garipsememeye başladım. Ve sen beni büyüttün. Kendinden nefret ettirmeye çalışırken istemeden bir güven oluşturdun. Kendinde çekildin. Sen bana kötüyü gösterdin. Hayatın toz pembe olmadığını kanıtladın. Şimdi sıra bende, bırak bende sana görmek istemediğin iyi ve güzel yanlarını göstereyim. Sadece izin ver?" sessizce yüzümü seyrederken birden hızlı bir hamleyle yatakta sırt üstü uzanırken buldum kendimi, oda üzerime çıkmıştı. Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Nefesimi tutmuş suratına şaşkınca bakıyordum. Tişörtün etekleri baldırlarıma kadar sıyrılmıştı.
"Görüyorum zaten." Gözlerime bakarak sarf ettiği cümle ile dudaklarım aralandı. Heyecanla karnım kasılırken, devam etmesini bekledim ama o geri çekildi. Üzerimden kalkıp yan tarafıma oturdu. Şaşkınca tavana bakarken Alaz'ın arkasına dönüp, ilaçları almak için uzanırken ileri sırtını gördüm, uzandığım yerden hızla kalkıp dehşetle sırtına baktım. Sırtının bazı kısımları kıpkırmızı yanık izleriyle doluydu. Bir kısmında ise ciddi yanık izi vardı.
"Bu sırtının hali ne?" Dedim dehşetle. Yanıkların bir kısmı su toplamaya başlamış, etrafında kabarcıklar oluşmuştu. Yanıklar belirli yerlerde olsalar da ikinci dereceden bir yanığı benziyordu. Canının acısını tahmin bile edemiyordum. Gözlerim dolarken onun bakışları omzundan yüzüme kaydı."Hastaneye gitmeliyiz."
"Gerek yok, yanıklar içinde aldıklarımı sürersek geçer."dedikten sonra ilaçların olduğu poşetle ilgilenmeye başladı, sırtı her ne kadar kötü değil dese de durumu çok ciddiydi. Canı yanıyordu. Bunu çok iyi biliyordum. Kimin canı yanmazdı ki?
Dudaklarımdan kaçan hıçkırıkla, ağladığımı o an fark ettim. Alaz Merih'in bakışları hızla bana kayarken gözlerimiz kesişti. Afallamış bir ifadeyle yüzüme bakarken ben yatağın tam ortasın da bağdaş kurmuş hıçkırarak ağlar vaziyetteydim. Yanıma yaklaşıp elindeki poşeti yanına bıraktı. Burnumu çekip, eğdiğim yüzümü kaldırmadan gözlerinin içine baktım.
Onun gözlerindeki mezarlığa gömülmeyi diledim.
Yüzümü ellerinin içine alıp, yavaşça eğildi. "Neden ağlıyorsun Ölüm çiçeği?"
Bakışlarım onun boynuna indi. Adem elmasına bakarak dudaklarımı araladım, bir süre öylece zihnimde kelimeleri toparlamaya çalıştım. "Benim...Benim yüzümden oldu."
Cevap vermedi. O sustu ben konuştum.
"Benim yüzümden canın yandı, benim yüzümden o fabrikaya geldin. Hepsi, her şey benim suçum." Hıçkırıklarım arasından nefes aldığım her saniye benim yüzümden diye fısıldadım özür dilercesine. Suçlu olduğumu biliyordu, ses etmiyordu çünkü tüm bu olanların tek sorumlusunun ben olduğumun farkındaydı. Yutkundu. Adem elması aşağı yukarı hareket ederken, hıçkırıklarım ufak iç çekişlere dönüştü. Çenemi kaldırdı zarif parmaklarıyla, yüzüne bakmayı reddettim suçluluk duygusundan dolayı.
"Yüzüme bak !" sanki bunu demesini bekliyormuşçasına bakışlarım hızla gözlerine tırmandı. Dolu olan gözlerim onun katran karası, cennet balı gözleriyle buluştu. Gözleri cennetten farksızdı. Konuşmadı. Konuşamadım.
"Senin suçun değildi. Aramızdaki en suçsuzu sendin." İtiraz edercesine başımı iki yana salladım. Gözlerimde biriken damlalar ani hareketimle yanaklarımdan aşağıya doğru aktı. Dudaklarımın arasından içeriye yol çizip kayboldu. An be an o gözyaşlarımı takip etti gözleri. Dudaklarıma doğru eğildi, nefesim sıklaşırken gözleri ve dudakları arasında mekik dokuyordum. Burnunu fındık kadar küçük olan burnuma sürttü. Nefesimi tuttum.
"Ağladığın zaman ki kadar değil acısı," diye fısıldadı dudaklarıma doğru. "Sen ağlama."

*****
Evett! Biliyorum geciktim. Bayağı hem de... Neyse ki bölümü bugün tamamlayıp atabildim. 11 Şubat doğum günüm, yani yarın. Doğum günümde bölüm atarak ben size hediye etmiş olayım dedim. Bölümleri kısa tutuyorum çünkü oldukça uzun yazdığımı fark ettim. İlk bölümlerden anlayacağınız üzere, bu yüzden şuan ki gidişat güzel. Bölümleri her hafta atmak gibi bir isteğim var. Okulum biraz bunun önüne geçiyor ama merak etmeyin elimden geleni yapacağım. Sorun şu ki: bir bölüm fix 4 saatimi alıyor kısa dahi olsa da; resim çiziyorum çizen iyi bilir elin yabancılaşmaması için sürekli resim çizmek gerekiyor, ders çalışıyorum, kitap okuyorum, dil öğrenmeye çalışıyorum. Tarih konusunda da araştırmalar yapmam gerekiyor. Yöneldiğim alanlarla yakından ilgilenmem gerekiyor bu yoğunluk basit gelebilir ama inanın bana zor ve meşakkatli. Bu yoğun tempoda 4 saat ayırmak benim için zor oluyor ve birde ilham denen o periler yakınlarınızda olmayınca sevmediğin işi yapmak eylemine dönüyor benim için. Artan okuyucuları görüyorum ama yorumlar ve vote konusunda büyük sıkıntımız var ve bu yazmama eylemimi körüklüyor diyebilirim, emeğimin karşılığını göremeyince yazmak istemiyor bir yanım... Varlığınızı gerçek manada hissetmek istiyorum.
Arkadaşlarınıza, sevdiklerinize bu kitabı önermenizi ve destek olmanızı canı gönülden istiyorum. Duyuru yapmayı ya da bölüm bittikten sonra açıklama yapmayı sevmiyorum aslında. Bölümün son karesinde oluşan kelimeler ve parçaları aklınızda bırakarak gitmeyi tercih eden bir yazarım. Aklınıza takılan her türlü soru vs her şeyi buradan yazabilir, mesaj panomu katledebilirsiniz. Tüm okurlara geri dönüş yapmaya çalışıyorum. Şuan bir yayınevi ile görüşüyorum bunu da ekleyeyim ama olumlu bakmıyorum şuan çünkü kitabı bu platformda bitirip büyütmek amacım. Bunu da söylemeden gitmek istemedim. Sizinleyim. Seviliyorsunuz🖤🦋

Bölüm yazar ölmez ise 16 Şubat'ta yayınlanacaktır. ( Sağım solum belli olmaz iki hafta sonra da atabilirim söz vermiyorum.)

ALABORAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin