IV | Tendeki lânet

430 141 48
                                    

Dünya, farklı inançlar altında olsa da çoğunluğun inandığı yaratıcının -Tanrı'nın- hakimiyeti altında olan bir küreden başkası değildi. O'nun duyguları, düşünceleri ya da yetkileri yoktu. Doğal olarak da, her ne kadar bomboş bir şekilde yaşasa da insanlar, Dünya bizden rahatsız olamaz ve bizi reddedemezdi. Bu, rüyaya bile sığamayacak kadar uçuk bir saçmalıktı.

Bir anda hiddetlenerek, "Ne saçmalıyorsun sen?!" diye çıkıştım o'na, kaşlarım çatılırken. Hemen ardından hışımla ayağa fırlayışım, Kaptan'ın da ayaklanmasına, hali hazırda ayakta olan Sezgin ve Alisya'nınsa tedirgince kıpırdanmasına sebep olmuştu. "Hangi hayal aleminin sokağında dolanıyosun bilmiyorum ama tüm bu saçmalıklara bir an önce son vermezsen..." deyip, Sezgin ve Alisya'ya bakındım. "...vermezseniz-"

"Ne yaparsın?" diye sorarak sözümü kesti kötü ruh, hiçbir şey yapamayacağımı vurgulayan bir tonlama kullanarak. Bana doğru bir adım attığında, diye bir ses yükseldi boğazından. Ve tekrar etti; "Ne yaparsın, Hera?"

Sorusunun beynime kazıdığı cevap, iki yanımda asılı duran ellerimi yumruk yapıp sıkmama sebep oldu. Sahi, ne yapabilirdim? Ah, elbette ki hiçbir şey. Hiçbir şey yapamazdım. Tıpkı bahsi geçen altı ayım gibi, o'na yapabileceğim şeyleri de yalnızca tek bir kelime anlatıyordu; koca bir hiç...

Sertçe yutkundum.

Kaptan, ürkütücü kan kırmızı bakışları hâlâ benim, bir orman tonu kadar koyu olan yeşillerimdeyken üzerime doğru attığı adım sayısını ikiye çıkardığında ben kaçırdım gözlerimi.

Dişlerimi birbirlerine kenetlemiştim. Kaptan'ın bakışlarının onlara kaydığını gördüm göz ucuyla. Burnundan, oldukça keskin bir soluk verdi. "Siz!" dedi, gür sesiyle. "Gerekli açıklamaları yapın!" Muhatabındaki kişilerin Sezgin ve Alisya olduğu aşikârdı. Ardından sözlerini, "Sonra bir yere gideceğiz," diyerek bitirdiğinde, bir adım geri çekildi ve beni baştan ayağa inceledikten hemen sonra, ruh halinin karmaşıklığını anlamamı sağlayacak şekilde ılımlı bir ton kullanarak, "Şu üstündekinden de bir an önce kurtul. Daha fazla durma böyle," deyip, son olarak -muhtemelen- Alisya'ya hitaben konuştu; "Üstüne başına bir şeyler ayarlayın, kurtulsun şu elbiseden..." Ve yeniden yanımızdan ayrılıp, uzun koridorun sonundaki odaya girerek gözden kayboldu.

Arkasından bakakaldım. Nazik miydi yoksa çok mu kabaydı ayırt edemiyordum.

O'nun gidişiyle eş zamanlı olarak bu defa benim bakışlarım indi bedenime. Üstümdeki ıslak, beyaz elbiseye bir bakış attım.

Bana ait değildi. Nereden gelip de bedenime konduğuna dair de hiçbir fikrim yoktu. Tam anlamıyla sırılsıklamdı ve uçuş uçuş etekleri her hareketimde bacaklarıma yapışmaktan geri durmuyordu.

"Denizdeydin," dedi Sezgin, ben hâlâ kendimi incelerken.

Başımı kaldırıp bakışlarımı o'na çevirdim. diye anlamaz bir ses yükseldi boğazımdan.

"Seni boğulmak üzereyken buldum, o yüzden ıslaksın," diye açıkladı bu defa.

Evet, biliyordum. Baygın olduğumu düşündükleri dakikalarda bunun hakkında konuşmuşlardı. Uzun süredir aralık kalarak soluklarımı içime buyur eden dudaklarımı kapatıp kuruluklarını giderdim ve yutkundum.

Benim öylece olduğum yerde dikilmeye devam ettiğim anlarda hâlâ benimle birlikte oturma odasında bulunan iki kişiden biri olan Alisya'nın hayata geçen adımlarının sessiz gürültüleri birkaç saniye sonra tam yanımda yokluğa karıştı. "Hera," diye mırıldandı, sol elinin parmakları omzumu sarmalarken. "Gel şöyle otur," dediğinde istediğini itiraz etmeden yaptım ve az önce hışımla terk ettiğim koltuğa bu defa usulca, o'nunla birlikte geri döndüm.

RET | AY TANRIÇASI - [ Düzenleriyor ]Where stories live. Discover now