3

5.1K 484 225
                                    

Saat yedide, normal şartlarda kendime gidip almayacağım türden güzel, siyah dar bir elbise, uzun zamandır iş görüşmelerinden başka yerde giyilmemiş topuklu ayakkabılar, en yakın arkadaşımdan ödünç aldığım - daha doğrusu onun tarafından zorla ödünç verilmiş – şık bir çanta ile iş yemeğine hazırdım. Bence güzel olmuştum. Kumral saçlarım en rahat lastik tokamla at kuyruğu modeli üzerinde iyi anlaşıyor gibiydiler. Sade bir makyaj yeterliydi. Begüm'ün beklediğinden daha düşük bütçeli ama sonuçlarından ikimizin de memnun kaldığı bir sonuç ortaya çıkmıştı. Sahi, onu aramam gerekiyordu.

Taksinin kapısını kapattıktan sonra ufak çantadan cep telefonumu çıkarttım.

"Vardın mı?"

"Evet. Restoranın önündeyim şu anda."

"Güzel. Son dakikaya kadar cayarsın diye düşünmüştüm."

Hoparlörde konuşuyor olmalıydılar. Eren'in sesi de geliyordu. "Ben caymaz dedim. İddiayı ben kazandım."

Arkadaşlarımın bana olan güveni çok sağlamdı, görüldüğü gibi.

"Neyse, şimdi konuya dönelim. Ben bunu neden yapıyordum?" Restoranın girişine yürüyordum.

"En yakın arkadaşının işsiz kalmaması için? Büromuzun geleceği için?"

"Bana iddia kazandırmak için?"

Delilerdi ama seviyordum ikisini de. "Eren sayemde kaç iddia kazandın?"

"Yirmi altı oldu bugün." Güldüm. "Biraz gerginim sanırım,"diyerek yanıtladım.

Eren konuştu. "Gergin olman gereken bir şey yok. Adam senin hukukçu olmadığını biliyormuş, söylemişsin zaten. Gizli kapaklı bir ninjalık çevirmiyoruz ki."

Mesele o değildi. "Daha iş sahibi bile değilken iş yemeğine davet ediliyor olmak, ufak çapta da olsa tokat etkisi yaratmıyor değil."

Begüm benden daha rahattı. "Sakin ol, kendin ol. Belli ki seni beğenmiş, yeniden görmek istemiş. İşin biraz bu kısmına odaklanırsan belki gelecek kaygılarının arasında boğulmadan bu akşamı atlatabilirsin."

Hiç yardımcı olmuyorlardı.

Elinde bir liste ile beklerken beni fark eden beyefendiye yaklaştım.

"Şimdi telefonu kapatıyorum."

"Kolay gelsin!"

"Ara bizi sonra."

İçeriden hafif bir müzik geliyordu. Restoranın girişi beyaz, uzun çiçeklerle dekore edilmişti. Her dalın üzerinde dal boyunca uzanan beyaz, minik ışıklar vardı. Çok hoş gözüküyordu.

"Hoşgeldiniz."

"Merhaba, Serhat Bolat'ın davetlisiyim."

"İsminizi öğrenebilir miyim?" diye sordu.

"Seren. Seren Eraslan."

Önündeki listeyi kontrol ettikten sonra eliyle içeriyi gösterdi. Durduğu kürsü, ışıklar ve giriş kapısı ile gerçekten güzel bir restorana girmek üzere olduğumun farkındaydım. "Buyrun, bu taraftan."

Teşekkür ettim ve restoranın içine doğru ilerlemeye başladık. Girişteki pembe çiçeklerin dalları restoranın tavanına, sütunlarına kadar devam ediyordu. Bu minik ampullerle yapılmış aydınlatma mekana loş ve romantik bir hava katıyordu. Çok güzeldi.

Barı geçtikten sonra ilerideki masada oturan Serhat Bey'i gördüm. Gri bir takım giyiyordu. Masada tabağının durması gereken yerde dizüstü bilgisayarı açıktı. Topuklu ayakkabılarımın sesi, boş restoranda hafifçe yer sahibi olan Mozart bestesini bastırıyordu. Fark ettiği anda bana hemen dönmedi. Önce bilgisayarını kapattı, ben masaya yakınlaşana kadar çantasına koymuş ve masanın altında uygun bir yere yerleştirmişti.

FYHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin