9. Bölüm: Cenaze!

323 176 41
                                    

Tahtadan yapılmış bir uzun kutu;
Baş tarafı geniş, ayak ucu dar.
Çakanlar bilir ki, bu boş tabutu,
Yarın kendileri dolduracaklar.

Her yandan küçülen bir oda gibi,
Duvarlar yanaşmış, tavan alçalmış.

Sanki bir taş bebek kutuda gibi,
Hayalim, içimde uzanmış kalmış.
Cılız vücuduma tam görünse de,
İçim, bu dar yere sığılmaz diyor.

Geride kalanlar hep dövünse de,
İnsan birer birer yine giriyor.

Ölenler yeniden doğarmış;
Gerçek!
Tabut değildir bu, bir tahta kundak.
Bu ağır hediye kime gidecek,
Çakılır çakılmaz üstüne kapak?
(Necip Fazıl Kısakürek- Tabut)

LEVAMİ - 9. Bölüm: Cenaze!

Duyduğum o kelimeler de boğuldum sanki. Acı, yavaş yavaş kalbimden genzime doğru bir yol çizdi. Duyduklarım gerçek olamazdı. O ölemezdi. Ölmek için fazla gençti...

Hayatım boyunca ölümlere inanamamıştım. Annemin öldüğüne de hala inanamıyordum. Sanki o yaşıyordu. Kalbimdeydi...

Berkay da kısa sürede benim için değerli olmuştu. Ona yaklaşmamı sağlayan bir şey vardı sanki. Bir gün bu aramızdaki bağı anlayacaktım.

Titrememle gerçek hayata döndüm.  Hastane koridoru soğuktu üşümeye başladım. Bu soğukluk bana hayatın acımasızlığını hatırlatıyordu. Hayatta böyle değil miydi? Bir o kadar soğuk ve acımasız...

Bu olaylara artık dayanamıyordum. Kulaklarımı kapattım ellerimle ve bana aval aval bakan doktara;
"hayır, bu gerçek değil. Yalan söylüyorsun. Sus sus suuuuus" diye bağırmaya başladım.

Etrafımdakiler hızlıca beni sakinleştirmeye çalışıyorlardı ama sanki derin bi sessizlik olmuştu ve ben o sessizliğin içinde mahvoluyordum.

Napacaktım ben şimdi? O yoktu. gitmişti, veda bile edememişti. Ben gidiyorum diyememişti...

Kalbimdeki ağrılar buna daha fazla dayanamayıp sızlamaya başlamıştı. Dünyada sadece ben vardım sanki. Her tarafı bir sessizlik kaplamıştı, her yer karanlıktı. Hayatım karanlık, kalbim karanlık...

Kimsenin sesini duymuyordum. Ağlıyordum gözyaşlarım bitene kadar ağlayacaktım. Nefesim kesilmişti ağlamaktan. O yoktu, gitmişti. Beni bırakmıştı...

Ellerimi karnımın üzerine koydum ve hayattaki tek umudum olan o da henüz doğmamış olan bebeğime seslendim. Fakat sesim fısıltı ile çıkmıştı. Derin bir nefes alarak; "baban gitmedi gelecek şimdi " dedim. Acınacak haldeydim ama inanamıyordum. Duvarlar üzerime üzerime geliyordu. Sanki beni içine alıyordu...

Kendimi boşlukta hissediyordum. Sanki tutunacak dalım kalmamıştı ve uçurumdan düşmüştüm. Gözlerim, kalbim kan ağlıyordu. Olmazdı bu böyle, olamazdı. Her sevdiğim kişi beni bırakıp gidemezdi...

Güçlükle de olsa ayağa kalkmaya çalıştım o sırada bana doğru gelen Kayra'yı gördüm. Hızlıca yanıma gelip kolumu tuttu. Sinirle Kayra'yı ittim ve yere tutunarak ayağa kalktım. Ayakta durmaya mecalim yoktu. Bir elim karnımın üzerindeydi istemsizce...

Yavaş yavaş doktorun yanına yürüdüm ve yakasına yapıştım. Sesimin çıkabileceği kadar bağırarak;
"Yalan söylüyorsun, yalan söylüyorsun. Nasıl doktorsun sen haa? Yıllarca boşuna mı okudun. Gir içeri. Hemen içeri gir ve kurtar onu. O ölmedi. Beni bırakıp gitmez, gidemez...  Git onu kurtar hadiiiiii, hadiiiii " dedim. 

Perişan içindeydim. Bu kadar acıya dayanamayıp yere düştüm. Gözlerim bana ihanet edercesine çeşme misali yaşlar döküyor, Kalbim sıkışıyordu. Bir kez daha yaşamak istemedim...

Etrafımdaki kalabalık umrumda değildi. Tek düşündüğüm şey ölmek istememdi. Gözlerim kararmıştı. Yavaş yavaş bedenim beni terk ediyordu. Ruhumu da terk etsin istedim. Gözlerim yanıyor ve  acıyordu. Ben ben değildim. Onun ölümüyle ben de ölmüştüm. Berkay giderken bir yanımı da benden alıp götürmüştü ve ben de ölmüştüm onunla beraber. Kendimi boşluğa bıraktım.

...

Son yarım saattir yaptığım tek şey önümdeki kapının üstündeki 'morg' yazısına bakmaktı. Galiba dün gördüğüm rüyanın etkisinden çıkamamıştım. Evet, evet öyle olmalı. O beni bırakıp gitmez ki...

Bir elin omzuma dokunmasıyla düşüncelerimden sıyrılıp irkildim. Arkama döndüğümde gözyaşları akan Kayra ile karşılaştım. "Sonunda buldum seni." dedi ağlamaktan çatallaşan sesiyle. Kaşlarımı çatarak sordum "Neden ağlıyorsun?"

"Hayal..." dedi ve gözyaşlarını silip genzini temizledikten sonra devam etti konuşmaya "Bak, biliyorum bunu kabullenmesi çok zor ama kabul etmelisin... o gitti."

Sinirle güldüm. Ne saçmalıyordu? Herhalde benim gördüğüm kabustan o da görmüştü. Yada delirmişti... Yoksa Berkay beni ve daha doğmamış bebeğimizi terk edip gitmezdi... Yani... Öyle olmalıydı... değil mi?

"Ne saçmalıyorsun?"

"Hatırlamıyor musun?!" Sorduğu soruya hiçbir cevap veremedim...

"Onu... onu kaybetmek hepimizi derinden yaraladı ama sen... Dün bayıldın... Bir hemşire serum taktı ve tüm gece hiç uyanmadın.

Onu kaybetmek mi? Ne yani, rüya değil miydi?

Hemen arkama dönüp kapıyı açtım. Soğuk hava yüzüme vururken onu gördüm.

Üstünde ki beyaz örtü ile orada öylece birisi yatıyordu... bir ceset.

Yavaş adımlarla oraya doğru ilerledim. Tir tir titriyordum ve bacaklarım beni taşıyamayacak gibi geliyordu. Duvarlara tutunarak ilerledim... Burası... burası çok soğuktu.

Belki saatler belki saniyeler sonra onun yanındaydım. Bu ceset... Ona mı aitti yani? Zorla yutkunduktan sonra titreyen ellerimle örtüyü kaldırmak için harekete geçtim.

O olamazdı... O ölmüş olamazdı!

Örtüyü sonunda kaldırdım...

Gözyaşlarım akarken elimle feryatlarım ve hıçkırıklarımın kaçmaması için refleksle ağzımı kapattım.

Oydu...

Burada... bu soğukta tepkisiz yatan kişi benim sevgilimdi...

Gözyaşlarım benden bağımsız süzülürken ve bedenim soğuktan uyuşmaya başlarken içim cayır cayır yanıyordu.

Kimi sevsem gidiyordu. Annemi sevmiştim... o da gitmişti. Şimdi de Berkay... Kimsesiz kalmış küçük bir çocuk gibi hissediyordum.

Yapayalnız...

Ben şimdi ne yapacaktım? Onsuz nasıl yaşayacaktım? O bu acımasız hayatımda ki tek güzel şeyken... Ben onsuz napacaktım?

Kalbim sağanak yağmurda bir başına kalmış yaralı bir serçe edasıyla çırpınırken, dinmek bilmeyen gözyaşlarım onun bembeyaz, solmuş yüzünü görmemi engelliyordu.

Deprem oldu, gözlerimden aktı. Ben o enkazın altında kaldım.

|Levami| ~düzenleniyor!Where stories live. Discover now