Anlatmaya devam etti: “Çınlama ve ağrı kesildikten sonra arkamda birini hissettim. Sanki nefesini duyuyordum ama arkamı döndüğümde kimse yoktu. Sonra sesini duydum.” Emre yine kötüleşti bu esnada. Ben “Ne sesi? Kimin sesi?” dedim. O “Saydığımız üç harfli isimleri vardı ya… Onlardan biri. Bana artık kurtulamayacağımı söylüyordu. Eğer istediklerini yapmazsan sevdiklerime zarar vereceğini söyledi.” Ben bu arada fena tırsıyordum. İki tane normal olmayan adamla aynı odadaydım.
Sonra Yakup’a baktım. Yakup hala Emre’yle bana bakıyordu. “Yakup! İyi misin?” dedim. Yakup birden bağırdı “Susturun şu bebekleri!” diye. “Anasını sikeyim!” dedim. Çok pis korktum. Sonra Yakup ağlamaya başladı. Kriz geçiriyordu sanki. O bağırmadan sonra millet uyandı herkes odaya girdi. Yakup’u sakinleştirmeye çalışıyorlar filan; biraz iyileşti… Yurttan Yakup’un ailesini aradılar. Ailesi geldi aldılar götürdüler. Ardından yurdun müdürü, Emre’yle beni odasına çağırdı. “Ne oldu? Ne yapıyordunuz orada?” dedi. Biz de olanları anlattık. Daha doğrusu Emre anlattı. Anlattıktan sonra müdür, bir hocanın adını, adresini filan verdi ve “Oraya gidin” dedi.
Ertesi gün oldu. Dershaneyi falan siklemedik zaten direkt hocanın yanına gittik. Çaldık kapıyı; açtı adam. Olayı anlattık. Hoca Emre’nin yüzüne baktı. İçerden oğlu bir kısım malzemeleri getirdi. İçinde su olan bir kavanoz vardı. Emre’ye “Fotoğrafın var mı?” dedi. Emre cüzdanına baktı. Çıkardı; bir tane verdi hocaya. Hoca kavanozun içine attı. Fotoğraf yüzeydeydi. Hoca bir kağıda Arapça bir şeyler yazdıktan sonra yaktı. Külünü kavanozun içine attı. Atar atmaz fotoğraf dibe inemeye başladı. Hoca biraz terlemişti. Kalktı yerinden. Lavaboya gitti elini yüzünü yıkamaya. Geri geldi.
Emre’ye döndü “Derdin büyük oğlum” dedi. Muska gibi bir şey yazdı “Bunu sürekli üstünde taşı” dedi. “Yine devam ederse yine gelin” dedi. Çıktık oradan. Yurda geri döndük. Emre bana yurttan ayrılacağını söyledi. Ben de “Tamam, sen bilirsin.” dedim. “Sen de çık” dedi “Ben tek başıma yapamam şimdi evde.” dedi. “Birlikte gider geliriz dershaneye filan.” dedi. Sonra benim telefon çaldı. Bilmediğim bir numaraydı. Açtım. Yakup’un babası arıyordu. Yakup’un babası bizi evine çağırıyordu. Gittik işte girdik eve annesi ağlıyordu. Babası da bizimle hiç konuşmadan Yakup’un yattığı yatağı gösterdi.
Yakup’u gördüm “Anasını sikeyim!” dedim. Çocuğun gözler kıpkırmızı olmuş hani olur ya filmlerde. Çocuğu yatağa bağlamışlar zaten. Sonra babası gitti yanına; göbeğini açtı Yakup’un. Bir sürü yara izi vardı. Çocuk kendini tırnaklamış. “Bu çocuk neye bulaştı?” dedi bize. Emre de mahçup bir şekilde anlattı. Sonra hocanın adını adresini filan verdik belki giderler diye. Çıktık oradan yurda döndük. Yurttan çıkmak için de müdürle konuştuk. Sonra aldık eşyalarımızı evimize gittik.
Gece bir iki gibiydi… Bizim kapı birden çalmaya başladı. Açtık kapıyı; Nazan teyze. Bize “Çabuk gelin! dedi. “Emre’ye bir şeyler oluyor!” dedi. Gittik. Emre bağırıyordu. “Git başımdan artık! Git ne olur, git!..” diye. Sonra bizi gördü. Birden ayağa kalktı. Sehpanın üstündeki ucu sivri bir süs eşyasını alarak üstümüze doğru yürümeye başladı. Odanın kapısına yakın olduğumuz için dışarı çıktık ve kapıyı üstüne kapadık.
Sonra annemle Nazan teyze Ayetel Kürsi’yi okumaya başladılar. Emre’nin sesi kesildi. Kapıyı tekmelemeyi, yumruklamayı bıraktı. Temkinle kapıyı açtık yavaşça. Emre yine kapanmış ağlıyordu. Sakinleştirdik. Muska işe yaramamıştı. Hocaya tekrar gitmeye karar verdik. O gün ben Emre’yle kaldım. Zaten Nazan teyze korkmuştu bayağı. Sonra Nazan teyze, Rıdvan amcayı aradı; Emrenin babasını… Eve gelmeseni söyledi. Rıdvan amca, pazarlamacı gibi bir şeydi. Şehir dışında olurdu genelde.
Ertesi gün hocanın yolunu tekrar tuttuk. Girdik içeri, anlattık olanları. Hoca “Ah evladım! Ne yaptın sen böyle!” dedi “Kimin musallat olduğunun farkında mısın?” dedi. Yazdığım en kuvvetli muskaydı. O da işe yaramadıysa artık son bir çare var.” dedi. “Sen sadece onun sesini duyuyorsun değil mi evladım?” dedi. Emre “Evet” dedi “Yüzünü görmedim ama çoğu zaman yönlendiriyor beni.” dedi. “Eğer kurtulmak istiyorsan oğlum… dedi “onun neye benzediğini çizip, adıyla birlikte bana getirmen lazım.” dedi. “İki kağıda çiz.” dedi “Biri bende kalacak diğeri de sende.” dedi.
Eve dönerken Emre “Oğlum ben yapamam. Daha sesini duymaya tahammül edemiyorum bir de suratını mı görecem?!” dedi. “Başka çaren mi var?” dedim “Hem onlar gerçek suretleriyle gözükmüyormuş, bir şekle giriyorlarmış.” dedim. Neyse, dershaneyi de salladık yine, gittik eve. Annemle Nazan teyze oturuyorlar, dua filan okuyorlardı. Akşam olunca Rıdvan amca eve geldi. “Ne oldu? Ne yaptınız?” derken anlattık olayları. Biraz temkinli gibiydi. Ardından Rıdvan amca ayağa kalktı. “Aşağıda, depoda; bunlarla ilgili kitaplar vardı. Çok eskiden almıştım. Kaldırdım koydum bir kenara. Bakayım ona.” dedi.
El fenerini aldı “Emre, sen de gel de el fenerini tutarsın” dedi. Gittiler. Biz oturuyoruz içeride. 10 dakika filan geçti gelmediler. Sonra Nazan teyzenin telefonu çaldı, açtı. “Nazan T. ile mi görüşüyorum? Eşiniz, İzmit yolunda trafik kazası geçirdi. Şu an hastaneye kaldırdık. Durumu ciddi…” demiş arayan polis. Nazan teyze “Ne kazası? Eşim burada, benim yanımda. Az önce geldi!” dedi. Sonra köfteyi çaktık ! Nazan teyze kafayı yiyecek gibiydi. Gelen meğerse üç harfli imiş. Kadın eşine mi üzülceğeni, Emre’ye mi korkacağını şaşırdı. Hemen el fenerini aldık, aşağıya indik o korkuyla.
Benim ssirtimdan terler boşalıyor… Karanlık… Emre’ye seslenmeye başladık. Ses seda yok. Ben “Rıdvan amca!” diye bağırcaktım; yanlış haberdir belki diye, korktum, bağıramadım. Biraz daha ilerledik. Nazan teyze çığlık attı birden. Baktım Emre yerde yatıyor. Ağzından burnundan kan geliyor. Götüm üç buçuk attı orada. Hemen ambulansı aradık, geldiler. Hastaneye götürdük. “Şok geçirmiş. Kendine gelir bir iki saate… Bugün burada kalsın.” dediler. Bir iki saat geçti, kendine gelmeye başladı.Nazan teyze de yanındaydı. Sarıldı annesine. Nazan teyze de ağlıyordu. “Geçecek oğlum hepsi” dedi. Sonra Nazan teyze ile annem Rıdvan amcanın yanına gittiler İzmit’e. Ben Emre’yle hastanedeyim. “Emre, iyi düşün. Bu illetten hem sen kurtulursun hem biz kurtuluruz.” dedim. Emre bir şey demedi. “Neyse, ben gideyim; sana bir kaç eşya getireyim evinizden.” dedim. Gittim eve ama korkuyorum. Akşam bir de… Üç buçuk atarak kapıyı açtım, gittim odasına; birkaç eşya koydum çantaya. Tam çıkacağım; birden kapı gıcırtıları duydum. Kendimi hemen dışarı attım. Psikolojik bir şeydi belki de. Ben öyle düşünüyorum.

ESTÁS LEYENDO
Türkiyede Yasanmis Cin Ve Hayalet Olayları 6
TerrorTurkiyede yasanmis olaylarla devam ediyoruz ...Bu kitapta kendimin ve arkadaşların yazdığı hikayelere de yer vermeye calisacagim