32

26.1K 2K 4.5K
                                    

Slow Sorrow, Minnie Aoyama.

Kollarında uyandım, Bay Kim'in. Duvardaki saate göre alarmımın çalmasına birkaç saat vardı henüz. Gün aymak üzereydi. Bay Kim uyuyordu hâlâ. Tüm vücudum odanın soğukluğuna rağmen sıcacıktı zira bir kolu başımın altında, diğeri bedenimi sarmış; eli nevresimimin ucunu kavrıyordu üzerimde tutmak istercesine. Korumacı bir havası vardı uyurken dahi.

Huzurlu görünmüyordu. Aksine, huzursuz dahi sayılabilirdi. Kaşları hafifçe çatıktı, çenesini sıkıyor gibi duruyordu. Diken üstünde uyuduğunu fark ettim. Her an bir tehlikeye hazırlanır gibi. Annabella'nın sabaha karşı hayatını sonlandırdığını hatırladığımda bir fragmanını gördüm bu travmanın. Yutkunamadım, bir süre öylece Bay Kim'i izledim.

Uykusunun hafifliğine şaşırmama sebebiyet verebilecek kadar ani uyandı. Telaşla. Onu izlediğimi hissederek uyandığını fark ettiğimde birkaç hakaret savurdum içimden kendime.

Gözlerimle kavuşup, nerede olduğunu kavradıktan sonra gevşedi gerginleşen bedeni ve gözleri. Gülümsedi.

"Günaydın." deyiverdi, gözlerine baktım. Bir ömür ondan güzelini görmediğimi fısıldadım kendime. Düşünmedim konuşurken, gözlerine bakmak böyle bir etki yaratıyordu sanki. Düşünmüyordum.

"Benim için, çok karmaşık bir sözcük bu." dedim, kaşlarını çattı usulca. Derin bir nefes alıp, düşünmeden devam ettim sözlerime.

"Günaydın. Gün aydınlık, anlamında bir çeşit durum bildirisi olarak günaydın mı yoksa sen, günümü aydın, gün aydın şeklinde mi? Şayet öyle ise, kelimeyi vurgulamak gerekir mi? Ayrı mı yazılmalıdır? Siz ne düşünüyorsunuz, Bay Kim?"

Seslice güldü kısa bir süre. Gözlerime baktı sonra, gülümsemeye evrildi gülüşü. Yutkundu, kollarını çekmiyordu hâlâ üzerimden. Uyuşmuş olacağını düşündüm, olmalıydı da lakin hareketlenmiyordu.

"Gün aydın." dedi, şiirdi sanki. "Bu güneşin hareketleri üzerine bir bilgilendirme değil. Gün aydın. Günümü aydın, küçücüğüm. Günümü hep aydınlık tut böyle, olur mu?"

Kollarının konumunu fırsat bilip ufak bir güçle göğsüne çekti beni. Ona sığındım.

"Jeongguk." dedi, çenesini başımın üzerinde hissettim. Kolları sıcacık ediyordu buz tutmuş içimi.

"Otuz iki senelik ömrümde, hiçbir sabaha böyle uyanmadım." dedi, göğsündeki şarkının ritmi hızlandı.

"Evliyken bile mi?" dedim düşünmeden. Geçmişini kıskanıyordum bir önceki günden beri. Evlat kaybı yaşamamış olsa, hayatıma girse dahi beni böyle öpmeyeceğini, bana böyle sarılmayacağını ve bakmayacağını düşünmek delirtiyordu beni. Yine de öyle bir titretiyordu ki Bay Kim göğsümü, beni hiç tanımamış olmasını dileyebiliyordum içimden. Kaybettiklerini kaybetmemesi, ağrılarından ve omuzlarındaki yükten bir adet çalınması uğruna ömür boyu onu uzaktan izlemeyi göze alabilirdim sanki. Göğsüm çırpındı bu fikirle. Bencilliğimden kaybediyordum.

"Bir düşüneyim." dedi, içimdeki münakaşadan habersiz, o güzeller güzeli sesiyle. Oynuyordu benimle. "Evliyken bile." dedi, çok bekletmeden. Yutkunabildim ve yutkunamadım da. Bir araf daha sığdırdım hayatıma.

"Neden?" dedim. Derince bir nefes aldı düşündüğünü belirterek. "Saatlerimiz uyuşmazdı hiç." dedi sonra, ekledi: "Ömrümde, kollarımda biriyle uyandığımı hiç hatırlamıyorum."

Anladığımı belirten bir mırıldanma çıktı dudaklarımdan. Bekledi öylece. Aklına bir şey gelmiş olacak, hayıflandı sonra.

"Uyurken sürekli üstünü açıyorsun."

rüyalardaWhere stories live. Discover now