30

22.8K 2.4K 3.7K
                                    

Idlewild, Julia Kent.

Kendi nefesimi kesmeye çabaladığım günün üzerinden birkaç hafta geçmişti, kışın en çetrefilli dönemine giriyorduk. Soğuktan uzakta, yurt odamda, çalışma masamda oturuyordum. Boynumda ömrümün sonuna dek karşılaşacağım bir iz taşıyordum.

Bay Kim, "Aklımı başımdan alıyorsun." dedikten hemen sonra göğsünde soluklanmış, günleri başım darmadağın geçirmiştim. Onu gördüğümde gülümsemiş, derslerini de bir türlü dinleyememiştim. Sonra her şey olduğu gibi kaldı, alıştık, alıştım, alışmaktan nefret ettim ve gözlerine bakabilmeye başladım.

Yutkundum. Aklımı, fikrimi toparlayıp dersime odaklanmaya çabaladım. Yapamadım. Yapamadıkça tedirgin oldum, aldığım soluklar dahi hırçınlaşmaya başladı. Yutkundum. Yutkundum.

Ellerim titriyordu, soluklarım zaman zaman kesiliyordu ve gülümsüyordum. Anılarımı, boğucu fikirlerimi beyin duvarlarımdan uzakta tutamıyordum. İki hafta, üç hafta, iki yıl ya da üç yıl, yetmeyecekti. Hastalıklı aklım bir gün iyileşmeyecekti, biliyordum. Hep biliyordum lakin çabalamaktan başka çarem yoktu, başka kaçış yolu yoktu hatrın. Yutkundum. Avuç içlerim parça parça kanamaya başlamıştı geçtiğim birkaç gün boyunca. Ne zaman bir krizin eşiğinde olsam, eşikten adımımı atmamak uğruna vücudumda kimi fiziksel acılar barındırmaya çalışıyordum beni gerçekliğe bağlayacak.

Rüyalara sığınmak istemiyordum.

"Jeongguk." dedi Jaehyun, tam da alnım terlemeye, soluklarım hızlanmaya başladığı vakit. Bulanıklaşan gözlerimi birkaç defa kirpiklerimle gizledim, gözlerine baktım, yutkundum. Gülümsedim. "Yemeği dışarıda yemek ister misin?"

Gülümsemeyi kesmedim. Avuçlarımı öyle sıktım, tırnaklarımı derime öyle batırdım ki ellerimdeki sızı beni hayata bağladı, gözlerim görür oldu, Jaehyun'un gizlemeye çalıştığı endişesini yüzünde gördüm. Tüm benliğimle, benliğimden nefret ettim.

"Çalışmam gerek," dedim, omuz silktim. Yutkundum. "Roma Hukuku, biliyorsun, nefes aldırmıyor bana. Psikoloji kadar zor değil tabii."

Zoraki güldü. Endişesini kavrayabilecek kadar gözlemlemiştim onu oda arkadaşlığımız süresince. Saçlarımı karıştırdı, kısaca sarıldı bana, telefonunu kaptı ve her gün olduğu gibi dışarıda bir şeyler yemek üzere kapattı kapıyı ardından. Gitmediğini, kapının altındaki gölgeden anladım. Alnımdaki teri sildim, yutkundum. Masa lambasını kapatarak odayı karanlığa gömdüm, zoraki ayaklandım, kendimi ayakta tutamadım, usulca yere çöktüm. Kapıya yaklaştım.

"Jeongguk," dediğini duydum, Jaehyun'un. Sesi kısıktı. Kimsenin krizi aynı olmazdı, başkaları duymazdı, ben kriz anımda en ufak sese dikkat kesilirdim. Doktorum kurtulmaya olan muhtaçlığın için, derdi. Kurtulmaya olan muhtaçlığın için, birileri seni duysun diye, birileri seni bulsun diye dinliyorsun, Jeongguk. "iyi değil. Davranışlarını kontrol etmeye çalışıyor ama iyi değil, biliyorum. Yukarı çıkıp bir baksan iyi olur. Ne yapabilirim bilmiyorum."

Gözlerimi sıkı sıkıya kapattım. Hastalıklı zihnim mantığımı ele geçirdi, kapıya uzanıp hızla kilitledim. Jaehyun birkaç kez adımı seslendi, cevaplamadım, cevaplayamadım. Öylece başım dizlerimde, kapının önünde kalakaldım. Sevgilim gözlerimin önünü terk etmiyordu, annemin ölü bedenini aklımdan atamıyordum, benden bir şekilde giden hiç kimseyi bir türlü unutamıyordum. Yüreğim yüktü, yüreğim omuzlarıma çok büyük yüktü.

Hızla yaklaşan adım sesleri ilişti hemen sonra kulağıma. Yugyeom'un sesini duydum, Sehun hemen yanındaydı, Jaehyun endişeyle anlatıyordu, kılımı kıpırdatmıyordum. Ağlayamıyordum.

rüyalardaWhere stories live. Discover now