31

21.5K 2.2K 4.2K
                                    

Poa Alpina, Biosphere.

Uyandığımda saat henüz altı civarıydı. Koca cihanı karşıma almış, bir savaş vermiş ve o savaştan mağlup, üstelik canlı çıkmış hissediyordum o sabah. Kafamın içinde yüzlerce kilisenin çanı varmış ve her biri beni günah çıkarmaya çağırmak suretiyle titreşiyormuşçasına, günahımın gürültüsünü dinliyordum. Günahların en büyüğünü işlemiş, üstüne uyuyabilmiştim; rüyalar bana darılmış, o gece yoldaşım olmamıştı.

On yaş büyüğüm, eğitmenim, eski sevgilimin ağabeyi Kim Taehyung'un dudaklarının tadına varmış olup, eşi benzeri olmadığı kanısına varacak kadar tadını kendime katıp, hâlâ nefes alabiliyor olmanın dehşetiyle yüzleşiyordum. Gittikçe ağırlaşarak ağrıyan başımı ellerim arasına sıkıştırdım, sıktım. Göğsümde adını koyamadığım bir korku, içimde tarifi mümkün olmayan bir huzursuzluk vardı. Kendimden nefret ettim.

Başımı kaldırdım, bir süre çevremdekileri inceleyerek gerçekliğe tutunmaya ve fikirlerimin beni boğmasından uzak durmaya çabaladım. Jaehyun, karşımdaki yatakta öylece uyuyordu. Güzeldi. Tasasız olacak yüzü ifadesiz, nefesleri sektesizdi. Gün tamamıyla ağarana, güneş odayı ışıtana dek Jaehyun'un sakin uykusunu izledim. Derin uyku safhasında olmalıydı ki onu izlememe rağmen güneş yüzüne vurana uyanmadı, uyanmasını da tercih etmezdim.

"Jeongguk." dedi, birkaç mırıltıyla ve güneşe ellerini siper ederek uyandıktan hemen sonra. "Rüya mı gördün yine?"

Henüz uyanmasına rağmen beni gördükten sonra uğruma endişelenerek sorular sorması nefesimi kesti. Muhtemelen darmadağın bir hâldeydim. Yutkunmaya, Jaehyun'a makul bir cevap vermeye çabaladım lakin beceremedim. Gözlerim doldu, başımı çevirdim, derince nefeslendim. Kendini kaybetmişin biriydim.

"Hayır." dedim, sesimi bulabildiğimde. Jaehyun'a gülümsedim. Uykusu bir hayli açılmıştı artık, oturuyordu, gözlerinde saf bir endişeyle yüzüme bakıyordu. Ne Jaehyun ne Yugyeom gibi arkadaşları hak etmiyordum. Birilerini endişelendiriyor olmaktan iliklerime dek nefret ediyordum. "Erken uyanmışım istemeden. Mezuniyet yaklaşıyor ya, onu düşünüyordum."

Sorular sormak, derdimi öğrenmek, yardım etmek istediğini gözlerinde görüyordum lakin istemiyordum. Jaehyun, istemediğimi bildiğinden, her daim olduğu gibi cümlelerini yuttu, bana eşlik etti. Birlikte hazırlandık, ne onun ne benim dersim yoktu. Kahvaltı etmeyi teklif etti, kendimden öyle tiksiniyordum ki midemin bir şeyler yemeyi kaldırabileceğini düşünmüyordum, reddettim. Yolları ayırdığımız gibi, yerini adımcasına bildiğim çiçekçinin yolunu tuttum. Dört adet beyaz lale soğanı aldım, yürüdüm. Günlerce yürümüşüm gibi hissettirdi, hâlbuki yarım saati geçmezdi.

Gelmekten kaçındığım, senelerce gelemediğim, şimdi kapısından gidemediğim o noktada durduğum vakit, o güne dek aldığım tüm nefesler çok geldi. Titreyerek, dizlerim tutmaz hâlde girdim koca, demir kapıdan içeri. Deliriyordum âdeta. Ezbere bildiğim yolu arşınladım.

Nice ışıkların söndüğü o yerde, ömrümün sonuna dek yamacından ayrılamayacağım o taşın önünde durdum. Beyaz lale soğanları elimde, iliklerime dek titrer hâlde bekledim. "Bella." dedim, yutkunamadım, ağlayamadım bile. "Bella, Anna, Anne, güzelliğim, gençliğimin kışı, affet beni."

Kafamdaki kilisenin çanı sustu. İtiraf sakramentimin dinleyicisi oldu Annabella Kim, biriciğim, sevgilim. Ondan yüzlerce af diledim, o affettiyse de ben kendimi affedemedim.

Oturdum, için için ağlamak isteğindeydim lakin gözyaşı dökemedim.

"Dün gece ağabeyinin dudaklarını tattım, affet beni."

rüyalardaWhere stories live. Discover now