Mor sümbül bahçesi

83 19 259
                                    

Uyandığımda Jiyong hala odadaydı ve uyuyordu. Gitmeden önce son kez duş almak istediğim için banyoya girdim. Ateşi yakıp susu ısıttım. Hızla duş alıp bir havluya sarıldım ve yukarı odaya çıktım. Giyinme odasına ilerledim. Beyza bağcıklı, bol paçalı bir pantolon, üzerine tül bir şey geçirdim. Oldukça pahalı gözüken mavi bir ceketi de üzerime aldım. Madem kafama girmek gibi saçmalıklar yapıyorlardı, bende kıyafetlerini giyebilirdim.

Aşağı inmek için odaya geçtim ve son kez kırmızı kitaba baktım. Yoktu. Kitaplığın hiç bir yerinde kırmızı kitabı bulamadım. Oflayarak odadan çıktım. Aslında kafamın içindeki sesler onlara mı aitti emin değildim. Onlar karı kocaydı ama birbirlerine hiç sevgilim gibi sözler sarf etmemişlerdi seslerde. Üstelik birbirlerini seviyorlardı. Yani onlar olmama ihtimali çok yüksekti.

"Günaydın" dedi Jiyong odaya girdiğimde. Saçları yeni kalktığı için dağınıktı, sesi ise kısımtı. Büyüleyici gözüküyordu. Kafasını başka bir yöne çevirse de bana dönmesi bir saniye aldı. Üzerimdeki kıyafetleri süzdü. Kaşları havaya kalktı.

"Onları nereden buldun ?"

"Yukarıdan tabi ki. Nasıl ? Olmuş mu ?" Dedim etrafımda dönerken. Ben beğenmiştim açıkçası.

"G-güzel olmuşsun."

"Teşekkür ederim" dedim yatağa otururken. O ise ben oturur oturmaz kalktı.

"Ben şey...bir kaç malzeme bakmalıyım. Belki kıyafette alırım. Buradan çıkınca bir süre gelmeyeceğim ormana"

"Neden ?" Dedim merakla. Bakışları beni buldu. Tekrar baştan aşağı süzdü beni.

"Sevgilimin yanına gitmem lazım. Beni bekliyor demiştim. Onunla buluşacağım. Belki de...hiç gelmem bir daha ormana. O nasıl isterse artık" Dediğin de kafa salladım ama kalbimin kırılma sesi kulaklarıma kadar gelmişti. Gülümsedim.

"Güzel mi ? Sevgilin yani ?"

"Çok güzel, iyi kalpli. Tanırsan severdin" dedi. Eminim severdim. Jiyong ondan bahsederken...gözleri parlıyordu.

"Belki de tanışırsın ha ?" Dedi heyecanla. Kaşlarımı çattım. "Ne ?"

"Yani Rastar'a gideceksin. O okyanusa yakın bir yerde oturuyor. Okyanusa gidince onu da görürsün....oradan nereye gideceksen gidersin" diye ekledi hemen. Jiyong bu cidden canımı yakıyor.

"Neden olmasın ? Harika fikir" dedim gülmeye çalışırken. Hayır bok gibi bir fikirdi ve o kızı görmek istemiyordum. Asla. O yüzden görmeyecektim. Ne yapıp eder bir yolunu bulurdum. Hem benim bir görevim vardı. Çocuk peşinde koşup, aşk denilen saçmalıklarla uğraşamazdım.

"Güzel o zaman ben şu depolara bakayım" deve odadan çıktı. Kensimi toparlayıp defteri elime aldım. Sayfayı geçtim ve inci gibi el yazısıyla tekrar karşılaştım.

Geçmişte daha küçükken ders almıştım. Zehirli bitkiler hakkında ve ne kadar güzel çiçeklerin zehirli olduğunu bilsen şaşırırsın cidden. Zambak, sümbül gibi bir sürü güzek çiçek. Bu yüzden çiceklere biraz ilgim vardı. Sana bugün sarı laleler getirdiğimde gülümsedin ve çicekleri vazoya koydun. Seni mutlu etmiş olmalı. Yine de seni konuşturacak kadar sevindirmedi sanırım çünkü tek kelime etmedin.
Halbuki bilmediğin bir şey var. Sarı laleler umutsuz aşkı temsil eder. Sen görmesen bile ben seni seveceğim demektir. O kadar güzel çiçekler için çok hüzünlü bir anlam dimi ? Senin gibi. Güzelliğinin yanında gözlerindeki hüzün, acı gibi. Kim ne yaptı sana bilmiyorum ama bu yüzden konuşmuyorsun dimi insanlarla ? Benimle. Korkuyorsun dimi ? Keşke bana söylesen. Bu yaptı desen ve ben onu buna pişman etmek için gerekirse ölsem ama susacaksın biliyorum. Susmanı bile seviyorum.

Belki daha ciddi olmalıydım. Bunu sana söylemeliydim çünkü bir kral, birini isterse onu alır. Yine de ben bunu istemedim. Seni istedim ama en çok senin beni istemeni istedim. Belki de imkansız bir şey. Beni istesen bile bunu söylemezsin bile. Yine de beni sevebilir misin ? Sarı laleler yerine kırmızı güller getirmek isterim sana, güllerle dolu bir bahçe yaparım istersen. Hem kırmızı gül sana daha çok yakışır. Bırak sana sadakatimi göstereyim, aşkımı göstereyim. O gözlere baktıktan sonra başka bir şey düşünemez oldum çünkü.

Kahretsin. Midem allak bullak olurken duyduğum ayak sesleriyle defteri yine yastığın altına sakladım. Kral..ne kadar çok sevmiş kraliçeyi. Acaba biri de beni bu kadar sever miydi ? Saraydayken hep bir aşk istemiştim ama bu imkansızdı. Ben yaşlanmıyordum, güçlerim beni tutuyordu ama sevdiğim kişi öyle olmayacaktı. Jiyong odaya girdi. Jiyong öyle olmayacaktı. Ölecekti. Herkes gibi yitip gidecekti peki ben ? Ben arkada kalacaktım, acı çekecek, yas tutacaktım. Bu yüzden Jiyong ve sevgilisi şanslıydı. Birbirlerini bulmuşlardı, mutlulardı ve hayatları denkti.

"Hadi gidelim mi ?" Dedi gözleri üzerimde dolanıyordu. Bugün neydi bu gariplik.

"Yemek yeriz diye düşündüm. Ben biraz açım."

"Çantam aşağıda. Bir kaç meyve kalmış olmalı. Ben bakarım"

"Geliyorum hemen" dedim ve onun çıkmasını bekledim. Odadan çıkar çıkmaz yatağa koştum ve altındaki defteri aldım. Defteri çantama attım. Onu geri getirecektim ama okumak için can atıyordum. Hızla Jiyong'un peşine ilerledim. Büyük masaya oturmuş ve beni bekliyordu. Karşısına oturduğumda bana bir şeftali attı. Hızla yedim. O ise beni izledi, sonra da biraz  etrafa bakındı. Yarısını bile yemediği şeftaliyi bana uzattı.

"Yemeyecek misin ?"

"İştahım yok. Sen ye" dediğinde elinden aldım. Yoksa çöpe gidecekti! Onu da yedikten sonra kalktık.

"Arka taraftan çıkalım" dediğinde sadece onu takip ettim. Kapıyı açıp çıktığında bende geçtim ama bu manzarayla karşılaşacağımı beklemiyordum. Sarayın arka kısmındaki bahçe mor çiçeklerle doluydu. O kadar çoklardı ki şaşkınlıkla kalakaldım.

"Sümbül bunlar." Diye beni bilgilendirdi Jiyong.  Bakışlarım mor sümbüllerde gezdi.

"Çok güzel"

"Keşke anlamı da öyle olsa" dedi ve yürümeye başladı. Aklıma kralın defteri geldi. Sarı laleler, umutsuz aşk, sevgi, zehir.

"Ne ? Ne ki anlamı ?"

"Mor sümbül derin pişmanlığı temsil eder" dedi bana dönüp. Olduğum yerde kaldım. Bu...can sıkıcıydı.

"Nasıl yani ? Cidden mi ? Bir insan neden buraya onları eker ? Bir sarayın bahçesine" Dediğin de omuz silkti.

"Belki de pişmanlık duyduğu bir şey vardır. Bir özür dilemek istemiştir. Bilemem. " dedi ve bir tane mor sümbülü koparıp bana uzattı.

"N-neden bana veriyorsun bunu ?" Dedim sakince.

"Çünkü pişman olacağım bir şey yapacağım. Sadece önceden özrümü dilemek istedim" dediğinde siyah gözleri gözlerimde buluştu. Yutkundum. Kalbim deli gibi atmaya başladı, ellerim terledi.

"Ne ?"

"Şimdiden uyarayım hepsi senin suçun" kalbim ağzımda atarkenn kaşlarımı çattım.

"Ne benim suçum? Anlamı-"

"Şimdiden pişmanım ama bunu istiyorum" dedi ve iki büyük adımla aramızı kapattı. Sanki çok doğal bir şey yapıyormuş gibi dudaklarımızı birleştirdi. Ellerim arasındaki mor sümbül yere düştü. Dudaklarım sanki bu anı bekliyordu. Yumuşak dudakları dudaklarımın üzerinde gezindi. Bunu istiyordum, doğru hissettiriyordu. Dudakları dudaklarıma değene kadar bu kadar büyük bir açlıkla onu istediğimi bilmiyordum. Dudaklarındaki şeftali tadını alıyordum. Karşılık veremiyordum çünkü hareket edemeyecek kadar şoktaydım ama bu hayatımda yaptığım en doğru şeymiş gibiydi, karşılık vermem en doğal şeymiş gibi.. Kalbim çarpıyordu. Mor sümbül onun ayakları altında ezildi. Tüm pişmanlığı gitti.

Vaoov. Bir şey demek istemiyorum. Siz diyin....

SKYDRAGONWhere stories live. Discover now