1. Bölüm

6.3K 276 123
                                    

3.kişi

 "Kendine dikkat et Ahmedim. Arkadaşlarına da benden çok selam söyle emi annem.”

Oğlunun kısa saçlarını okşayan Halime hanımın endişesi gözlerinden okunuyordu. Çok severdi paşasını. Üç oğlunun ortancasıydı Ahmet. Üç oğlunun içinden en çok sevgiye ihtiyacı olandı o. Yine de bütün evlatlarına eşit davranmaktan geri kalmazdı. En çok hangisini seviyorsun diye soranlara, beş parmak örneğini veren klasik annelerdendi. Ama en yaralı kuzun hangisi diye sorsalar, tereddüt etmeden Ahmet derdi. Allah biliyor ya, Ahmet şu kapıdan her çıktığında dönene kadar yüreği ağzında geziyordu. Biri yüzüne acıyarak bakar da oğlu kırılır diye.

“Tamam anne geç olmadan dönerim zaten. Hadi çıktım ben. Kendine dikkat et. Birşey lazım olursa ara ben dönüşte alırım. Olmadı benim çırağı ara o halleder.”

Annesine veda ettikten sonra kendini sokağa atan Ahmet her zamanki gibi yolun yüzünü en kolay gizleyebileceği tarafını tercih etti. Hep böyle yapardı zaten. Bir süre önce bu yaptığını keşfeden arkadaşları da birlikte yürürken Ahmet’e uyar olmuşlardı. O nereden isterse oradan yürüyorlardı. Ve yolları genellikle duvar dipleri oluyordu.

“ Ahmet! Ahmet beklesene abi ya iki saattir sana sesleniyorum. Usain Bolt’u mu yedin be mübrek.”

Söylenerek ona doğru gelen Halil’e  ters ters baktı Ahmet. Bugün hiç şaka gününde değildi. Yolun başında onu gören çocukların öcü geliyor diyerek kaçışması yine canını sıkmıştı. İlk başlarda gerçekten korkan çocukların şimdilerde oyun olsun diye kaçtığını biliyor, ama yine de canı sıkılmadan duramıyordu.

Halbuki o çocukları çok severdi. Birkaç kez onlara çikolata alarak barış anlaşması imzalamak istemiş. Ancak hiçbir zaman aldığı çikolataları vermeye cesareti olmamıştı. İnsan irisi vücut yapısı ve yüzünün sağ tarafındaki derin yanık izleri  onu bir miktar geri durmaya itiyordu.

“ Estağfurullah Halil ben sen miyim de her bulduğumu yiyeyim.”

Sırıtarak cevap verdi Halil. Soğuktu falan ama mert adamdı Ahmet. Kardeşi gibi severdi.

“Bakın bir gün harbiden çok fena bozulacağım o olacak yani. Hayır takmışsınız benim yemek yememe. Arkadaş beni alan almış satan satmış. Karım göbeğime yatmaktan mutlu oluyor diye yiyorum ben. Size ne abicim.”

İçinden tabi tabi diyerek yoluna devam eden Ahmet konuyu değiştirmeyi tercih etti. Yoksa bu mevzu uzar giderdi.

“ Eee Muzaffer abi bizi neden çağırdığını söyledi mi?”

“ Yok be Ahmedim. Ama bak iki gündür düşünüyordum ya muzo abimizin kime benzediğini cidden buldum bu sefer.”

Ahmet göz devirerek söylendi.

“Yine kime benzettin acaba.”

“ Ya hani kung-fu panda diye bi film vardı ya. Orada yaşlı bir kaplumbağa vardı. Durmadan iç huzur cart curt diyen hani. Heh işte Muzaffer abi tam olarak o kaplumbağa.

Dün görmedin mi oğlum. Aynı onun gibi bilgece uzaklara daldı ve en karizmatik sesiyle “Yarın beşte kahvede olun konuşacaklarımız var” dedi. Yemin ederim bir an onu görür gibi oldum. “

Ahmet bu kez sadece zevzek demekle yetindi. Çünkü çoktan kahveye varmışlardı.

İçeri girdiklerinde grubun geri kalanını da görmüşlerdi. Onlar dört iyi arkadaş hatta kardeş gibilerdi. Selamlaşma faslından sonra herkes yerine oturunca Muzaffer abi söze girmeyi tercih etti.

“ Hoş geldiniz çocuklar. Benim iki hayta da geldiğinde size anlatacaklarım var.”

Muzaffer bey mahallenin tek kahvesinin sahibiydi. Tam 17 senedir. İkamet ettiği bu mahallede sakin, ağırbaşlı ve bazı günler dertli bir adam olarak bilinir, az konuşur ama çok babalık yapardı. O yüzden sevmeyeni yok denecek kadar azdı. 15 yaşındaki ikizleri oğuz ve nisan ile sıradan bir aile babasıydı Muzaffer bey.

Yüz YüzeWhere stories live. Discover now