19. Bölüm

1.8K 218 58
                                    

3.kişi

Koskocaman evrendeki küçük dünyanın, bizi ilgilendiren kısmında ufak bir kelebek canla başla kanat çırpıyordu.
Öylesine işsiz, dertsiz ve mutlu görünüyordu ki Türkiye'de yaşadığına inanamazdınız.

Yani en azından Bilge öyle düşünüyordu. Omzu ve kulağı arasına sıkıştırdığı telefondan gelen emir kipleri beynini delmek üzereyken bi fiil bahçesindeki kelebeğin yerinde olmak istiyordu.

Kelebekler fatura ödemezlerdi değil mi?
Ya da çılgınca aile bağları olmazdı?
Gerçi şu adamla konuşamıyor oluşu da gayet yeterli bir özellikti.

Mutfak camından bahçeye göz gezdirerek intihar etmemeye çalışan Bilge, telefonun ucundaki adama karşı bir kez daha şansını denemeye karar vermişti.
"Abicim bak ellinci kere söylüyorum ; unut artık şu fikri logo yeterince büyük zaten, el kadar logo büyüdü askere gide... Abi. Ab... Bir dinle be adam!"

Sabahın bir vakti Bilge'ye kahvaltı için gelen Oğuz da bu konuda ablasıyla aynı fikirdeydi. Masada zeytinin hemen solunda duran laptopa şöyle uzaktan baktığında bile malum logoyu görebiliyordu.
Bir dershane afişinde en üstte büyükçe yerleştirilmiş logo (ki bu yerleşim planının ablasına ait olmadığına yemin edebilirdi.) uzaktan görülebilecek kadar devasa duruyordu.
Gerçi laptopun arkasında domates yiyen ürkütücü adam da kafasındaki yerleşim planına uymuyordu ama neyse.

"Allah'ım at et beni! Beni at et!"

Sinirle kapattığı telefonun ardından Mecnun gibi bağırarak isyan eden Bilge, kapı ağzındaki Oğuz'u da yanına çağırarak masaya ilerlemişti.

"Sana mutlu olmanın sırrını veriyorum oğlum iyi dinle ; Ne olursan ol ama asla armut olma. Anladın mı?
Bu kısım çok önemli.
Ha bir de gerektiğinde göz doktoruna gitmeyi unutma."

Omuzlarından tutularak şiddetle sarsılan zavallı çocuk ne olduğunu anlamaya çalışırken kafasının ileri geri gitmesiyle iki tık öteye çekilmeye yeltendi.

"Abla bir dur ya. Tamam. Anladım vallahi tamam. Hadi kahvaltı yapalım. Nisan da geliyormuş birazdan."

Bu sabah ilginçtir ki Oğuz, Nisan ve Bilge hayatlarında ilk defa birlikte planlı bir şekilde buluşabilmişlerdi. Sürpriz yok, baskın yok, sigaraya başlamış kaçak veletler yok.
Tertemiz.
Ha bir de yerinde rahatsızca kıpırdanan Ahmet vardı ama o zaten hep vardı.

Hatta artık Bilge için Ahmet'in varlığı; duvarında tablo, bardağında çay ve ciğerinde hava kadar doğal geliyordu.
Sanki bu zamana kadar hayatında dinlemeyi ve anlamayı bilen, okumayı seven, dünya görüşü geniş, fikirleri açık, biraz utangaç ama yüreği sağlam, 1.90 boylarında, irice bir adam eksikti.
Ve bir gün markete gittiğinden beri tamam olmuştu.

Bilge bir taraftan Ahmet'e göz kırparak yanına yerleşirken diğer taraftan da sabah sporu olarak Oğuz'u delirtiyordu.

"Bu arada konusu açılmışken sen şimdi net olarak bıraktın mı sigarayı? İki haftadır hiç içmiyorsun. İçmeyi de aklından geçirmiyorsun yani. Doğru mu?"

Ve bu mevzu an itibariyle Oğuzun sabır sınırına ulaşmıştı. İki hafta boyunca sülalesinin her bireyinden tek tek fırça yediği yetmiyormuş gibi babası tarafından beş gün iki saat ev hapsine çarptırılmış, şimdi de Bilge ablası cephesinden günlük dozunu alıyordu.

"Ya hangi ara açıldı konusu! Bende niye yok o kısım! Hem ayrıca yandı, bitti, gitti o iş. Ben cezam kadar yattım çıktım. Dokuz gün önce de tahliye oldum. Zaten herkes üstüme geliyor."

Bilge durur mu yapıştırmış cevabı.

" Ay haspama bak. Sanki azarı boşuna yemiş. Bohçamı toplayıp elektrik direklerine kaçan ben değil idim Oğuz efendi."

Yüz YüzeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin