17. Bölüm

4.3K 315 123
                                    

Mayıs/1996 ( Adnan Sami Hastanesi)

"Bakın hanımefendi biz çocuğunuz için elimizden geleni yaptık ama... Bu. Bu çok zor biliyorum.
Lütfen. Hanımefendi lütfen beni ağlamadan dinleyin."

Kapının arkasından gelen boğuk sesleri duyabiliyordu küçük çocuk.
Annesinin ağlamasına karışan doktorun üzgün sesini, koridorda sürülen birtakım tekerlekli şeylerin tıkırtılarını, odadaki saatin rahatsız edici tik taklarını...

Hepsi.
Hepsi teker teker beynine doluyordu.

Ama bütün bunların yanında duyabildiği öyle bir acı vardı ki, eğer yapabilseydi bunun için hıçkıra hıçkıra ağlamak isterdi.

Dün olanlar için büyük bir acı hissediyordu çocuk. Ama bu, yanmış bedeninden ağrı kesicilerle atılan
türden bir acı değildi.
Daha derin daha korku dolu bir şeydi.

Mesela tasolarınızı ve misketlerinizi paylaştığınız sıra arkadaşınızın size dehşet içeren gözlerle bakması gibi bir acı. Ya da sizi gördüğü ilk an sorduğu garip soru.

"Hii! A.Ahmet. Bu o mu? Ona ne olmuş öğretmenim?"

Ya da, her gün gülerek selam verdiğiniz ilkokul öğretmeninizin şok olmuş suratı, annenizin durup durup yeniden başlayan ağlamaları, gelen her ziyaretçinin en az üç kere gözlerini kaçırması, yüzlerindeki rahatsız ifade...

"Ayy çok yazık olmuş yavrucağa bacım Allah sizlere sabır versin vallahi. Çok zor."

Ama her şey bir tarafa, en çok dışlanmanın ayak sesleri yakmıştı Ahmet'in canını.
Çünkü en çok dün anlamıştı hayatının kökünden değiştiğini.
Sınıf öğretmeninin ve arkadaşlarının beklenmedik ziyaretleri ve beklenen tepkileri yormuştu küçük çocuğu.

"Pardon Halime hanım ben Moral olsun diye çocukları topladım getirdim ama... Bu kadarını beklemiyordum. Yani özür dilerim. Tekrar geçmiş olsun. Biz kalkalım artık hazır Ahmet de uyuyorken."

Ve çok fena kalbini acıtmıştı.

Daha bir ay öncesine kadar arkadaşlarıyla çizgi film izleyen, gazozunu paylaşan ve onlarla top koşturan çocuk, dün itibariyle hiçbir çizgi film seansına artık davetli olmadığını anlamıştı.

"-Ahmet şimdi uyuyor mu Halime teyze?

- Evet oğlum uyuyor.

-Peki ona ne olmuş. Çok şey görünüyor da. Yani şey... Korkunç."

Hatta maalesef biliyordu ki etrafındaki insanları ilk korkutuşuydu fakat kesinlikle son olmayacaktı.

Ne acı ama...

************

Ahmet

" Ee Bilge sen söyle abicim haklı değil miyim. İnsan en çok en sevdiğine kırılmaz mı?"

Bazen en küçük dikkatli bakışta bile gözlerim dolardı hemen.
Yani çocukken.
Üzerimde hissettiğim her acır ve iğrenir bakış tek tek yapışırdı kaldırdığım başıma.
Ve bu yüzden başım dik ve yolun ortasından yürümeyi hiçbir zaman sevemedim.
Hep bir adım daha duvara yakın ya da hep bir tık daha yere bakar vaziyette gittim yolumda...

Çünkü çocukluktan gelen acizce bir huyum var ki görmediğim şeyleri çok rahat bir şekilde yok sayabiliyorum.
Bu tıpkı şey gibi...
Odanıza vuran korkunç ağaç gölgelerinden yorganın altına girerek saklanmak gibi.
Görmediğiniz şey size zarar veremez felsefesi.

Yüz YüzeWhere stories live. Discover now