8. Bölüm

3K 226 54
                                    

Ahmet

 Oturuyorum.

Arabamın içinde ve şoför koltuğunda öylece oturuyorum.
Az önce Bilge’yi evine bırakmış ve arabayı park etmiştim ama...

İnemiyorum.

Bir elim kapı kolunda, gözlerim dikiz aynasında öylece kendimle bakışıyorum.
Göğüsüm ağır ağır aldığım nefeslerle dolup boşalıyor.
Ama ben öylece bana bakıyorum.

Normalde kehribar sayılabilecek göz rengim, arabanın içindeki karanlıkta biraz koyulaşmış gibi.
Sol taraftaki gözüm kısa kirpiklerle çevrili. Biçimli ve sık kaşım, kusursuz bir hizalama ile uzanıyor.
Alnım biraz gölgeli.

Bazen yanımdan geçen bir iki arabanın farıyla aydınlanıyor ama sonra tekrar gölgelerine gömülüyor.
Yavaştan uzamaya başlamış saçlarımı fark edebiliyorum.
Sağ tarafımda düzensiz aralıklarla çıktığı gibi değil.
Daha sık ve daha şekilli.

Sonra sağ tarafıma bakıyorum.

Göz aynı göz.
Koyu kehribar rengi ve şekli ile benim gibi.

Çevresi ise...
Tıpkı bombaların ardında kalan savaş alanı.
Girintili çıkıntılı bir arazi.

Yanığın bir ucu, sağ kaşımın sonlarına doğru bir bölgeden başlıyor. Biraz uzunca bir faça atılmış gibi.
Ama kaşımın boşluğunda ki deri, buruşmuş kumaşa benziyor.

Sonra yanık ; bir ağacın dallarıyla gökyüzünü sarmalaması gibi uzanıyor.
Kimi kalın ve uzun, kimi ince ve cılız dallar bir sarmaşık tavrıyla normalliğimi kucaklıyor.

Annemin güzel oğlunu alıp götürüyor uzaklara.

Sarmaşık kaşımdan başlayıp, bir eğrilik hali ile alnıma uzanıyor. Orada da dallarına ayrılıp benim olamayacak kadar beyaz ve kahverengi bir renk ile şakağıma ulaşıyor.

Sonrası kulağım, elmacık kemiğim, yanağım, çenem, boynum diye devam ediyor.

Başımı hafif kaldırıp boynuma ve çeneme bakıyorum.
Hani yaşını başını almış insanlarda olur ya. Deri incelir, buruşur, hafif beyazlar ve lekelenir.
Tıpkı öyle bir manzara ile karşılaşıyorum.

Buruşukluk enseme doğru yol alıyor ve siyah gömleğimin içinde bir yerde kayboluyor.
Tabi ben bunun bu kadar olmadığını biliyorum.

Kafamı eğip ellerime bakıyorum.

Bir elim artık kapı kolunda değil. İkisini de dizimde tutuyorum.
Eviriyorum, çeviriyorum ve aralarında bir benzerlik arıyorum.

Solumdaki el ise sağdaki enkaz.
Yer yer gergin ve buruşuk, başka renkte bir deri.

Bana ait değil gibi.

Ne kadar garip.
32 yıllık hayatımın hatırlayamadığım bir kısmında yitirmişim normalliğimi.

Hangi yangın birinin geleceğine kadar yakar ki?
Hangi ateş insanın özgüvenine düşer?
Ya da nasıl bir alev ruhuma kadar sıçrayabilir?

Yüzüme bakıyorum, ellerime bakıyorum bir türlü çıkar yol bulamıyorum.
Kim beni gerçekten görebilir?
Aynalardan kaçarak yaşayan bizzat benken kim bakıp ötesini bilebilir.
Ben bile bazen sesimi unutuyorken, kime kendimi anlatabilirim?
Bu halde kimin nesi olabilirim?

Aileme acıdan başka ne getirmişliğim var ki?
Bilgeye kararsız bir iki adımdan başka ne verebilirim?

Ona bakarken gözlerimin dalması yanlış.

Konuştuğunda kelimelerine tutunmam, gülümsediğinde...

Gülümsediğinde mutlu olmam yanlış.

Etrafındayken kalp hastası gibi belirtiler vermem yanlış.

Yüz YüzeWhere stories live. Discover now