7. Bölüm

2.9K 238 56
                                    

1998(Üsküdar)

“Baba.”

Ahh.
Muzaffer bey bu tonlamayı biliyordu. Bu ses tonu, Bilge’nin “mantıklı!” sorular sormadan önce kullandığı ikaz sireni gibiydi.

 “Efendim babacım.”

 “Yukarıdaki top neden beyaz?”

 Bingo!

 İşte baba olmak bunu gerektirirdi. Çocuğunuzun garip ve anlamsız sorularına yanıt vermek tamamen sizin işinizdi.

Ama ne hikmetse, Bilge’nin garip soruları Muzaffer beyi rahatsız etmek yerine adeta pamuk şekeri gibi yapıyordu.

Bu yüzden yüzündeki manidar gülüş ile yanıt verdi.

 “Ama ne konuşmuştuk birtanem.

Onun adı “yukarıdaki top” değildi. Onun adı “Ay”. Dimi?”

 Bilge, babası konuşurken ısırdığı köfte ekmeğini büyük bir şevk ile bir an önce çiğneyip yutmaya çalışıyordu. Çünkü yeni öğrendiği üzere bir şey çiğnerken konuşmak ayıptı. Peki ayıp neydi acaba?
Neyse canım. Babasına sonra sormak üzere bir sorusu daha olmuştu işte fena mı.

 “Yaa baba ya. Adını istemiyorum ki ben. O top yeşil olsun istiyorum. Neden beyaz?”

 “Ben ne bileyim ki babcım. Allah öyle olsun istediği içindir herhalde.”

 Muzaffer bey ekmeğinden büyük bir lokma ısırırken, Bilge cevaptan tatmin olmamış olacak ki şaşkınlıkla söze tekrar girdi.

Aaa o top Allah’ın mı?”

 “Evet babacım.”Ay” ona ait.”

 İşte bu iyi haberdi.

 Bir keresinde babası “Allah” diye birinden bahsetmişti. Henüz tanışmamışlardı ama onun çok iyi, merhametli ve kocaman biri olduğunu biliyordu. Ve yine babasının dediğine göre Allah Bilge’yi çok seviyordu. Bu yüzden Bilge onunla arkadaş olmaya karar vermişti. Ve arkadaşlar birbiriyle toplarını paylaşırdı. Değil mi?

 “Hadi o zaman baba hadi. Allah’a söyleyelim o topu yeşil yapsın. Sen demiştin. O her şeyi yapabilir demiştin.”

 Bilge babasının kolunu büyük bir aydınlanma ile dürterken,

Muzaffer bey çocuğu ile böyle şeyler konuşmak için çok erken olduğunu yeni fark ediyordu.

Keşke ilahi konuları sonraya saklasaydı.

Zira çocuğu Allah’ı arkadaşı ilan etmiş ve top muhabbeti bile kurmuştu.

Orta yaşlı ve kendince dindar olan adam, Bilge bazı şeyleri anlayana kadar çarpılmamayı umuyordu. Ama yine de kızına destek olmaya karar vermişti. Çocuğun hevesini boş yere kırmaya gerek yoktu. Neticede kendi düşen ağlamazdı.

 
“İsteyelim babacım. Ama Allah’ın çok fazla işi olduğunu biliyorsun. Bizi hemen duymayabilir. Ya da isteğin pek makul olmayabilir. Tamam mı birtanem? Israr etmek ve üzülmek yok.”

 Bilge küçücük ayaklarını sarkıttığı bankta biraz daha toparlanmış ve henüz yarısını yediği ekmeği poşetin üstüne bırakmıştı. Bu arada çok dinlemediği babasını hıhı diyerek onaylamayı da ihmal etmemişti.

Yüz YüzeWhere stories live. Discover now