Bölüm 3: Nim Sevda

41 1 0
                                    

Gözlerini kapattı ve göz kapaklarından sızan kızıl huzmelerin, sunacağı güzel manzara davetine icabet etmek için, sütle ıslanmış tarçının açık rengine bürünmüş gözlerini geri açtı. Turuncu mu yoksa koyu sarı mı olduğu seçilemeyen güneş kaybolmak üzereydi. Sanki ölünce ehemmiyetini yitirmeyecekmiş gibi seyre daldığı akşam peyzajını zihnine işlemeye çalışıyordu. Aslında o an geldiğinde bütün sevinç ve kederlerin sonsuz boşluğa savrulacağını biliyordu ama maksadı, ruhunun özgür kalacağı o anda korkularından sıyrılmak için tutunacağı güzel kareler biriktirmekti. Hiç dile getirmese de, hatta düşüncelerinden olabildiğince uzak tutsa da korkuyordu Piraye. Bazen elinde olmadan, yuvasız bir yavru serçe gibi onu kapacak kargalardan kaçarcasına mücadele dolu bir yaşam sürerken, refaha erişemeden ölecek olmanın haksızlığını sorguluyordu. Sonra tıpkı kader gibi bir şahıs olmayan hayata cevapsız sorular savurmanın, isyan bayrağı çekip, naralar atmanın yersizliğini görüyor ve yaşayabileceği her günü güzelleştirmek için çabalıyordu. Bu kimi zaman çok zor olsa da en azından deniyordu.

Parmağını pencere camındaki çatlağın, sol alttan başlayıp, yukarıya doğru uzanan çizgisinde gezdirdi ve başarısız denemesinin asık surat ifadesini takındı. Kapının açılması, geldiğini çıkardığı gürültüyle dile getiren Deniz'in onun dikkatine göz koyması bile nafileydi. Piraye'yi tanımıyor olsa, evde tek çalışan olduğu için onun kendini kıskandığını düşünebilirdi Deniz. Lakin, benimsediği işinden çıkarılmasının verdiği hüzünden kurtulamadığını biliyordu. Samet Bey, elinden geleni yapmıştı ama hastalığından ötürü son zamanlarda çok sık rapor ve izin alması göze batmıştı Piraye'nin ve maalesef hayat çok acımasız bir harp alanıydı. Bu savaşta ise birbirine saldıran sadece iki düşman safı yoktu. Milyarca düşman, aynı anda birbirine saldırıyordu. Yani rakip çoktu ve bireyselliğin zirvede olduğu yaşam düzeninde insanlar karşısındaki rakibini ezerken, onun neler kaybedeceğini, bu canı dahi olsa umursamıyordu. Tazminatı eline tutuşturularak işten kovulan Piraye, artık bunu çok iyi kavramıştı. Arkadaşının yamacına sokulup, ellerini onun omuzlarına yerleştiren Deniz, teskin edici ses tonuyla birkaç cümle savurdu.

"Hâlâ üzülüyor musun Piraye? Yeni bir iş bulursun elbet, hem şimdilik benim maaşımla çok rahat idare edebiliriz. Beni arkadaştan öte, kardeşin gibi gördüğünü sanıyordum." Gözleri dolan Piraye, üzüntüsü son bulmuş rolüne bürünüp, sahte bir tebessümle yüzünü Deniz'e döndü.

"Aynı kanı taşısak bu kadar derin bir kardeşlik bağına sahip olur muyduk acaba?" Sımsıkı sarıldılar birbirlerine ve evin kasvetli havasına sevinç esintisi getirmek için şarkı mırıldanarak akşam yemeği hazırladılar. Yemekten sonra daha fazla rolünü oynayamayacağını anlayan Piraye, kederini denizin hırçın dalgalarına bırakabilmek umuduyla, sahile yürüyüşe indi. Sükunete kılıç sallayan dalga sesleri, içinde bir kıpırtıya sebep oluyordu her zaman ve ne kadar üzgün, umutsuz olursa olsun kıvrımlarına neşe konumlanmış bir gülüş beliriyordu çehresinde. Ellerini göğsünde kavuşturmuş, bulutlara gizlenmiş ayın şavkından mahrum kalmış denizin neredeyse siyaha çalan koyu renginin enginliğine daldığında aklına o düşüverdi. Garip bir tesadüf mü yoksa kader mi olduğu bilinmeyen karşılaşmadan doğacak nim sevdanın tahmini imkansızdı elbet lakin henüz işitmese de kalbi fısıldamaya başlamıştı Piraye'nin. Farkında olmadığı gülüşü, gittikçe yükselen çığlıkla aniden silindi yüzünden ve başını sağına soluna çevirip, yardım umarak haykıran sesin sahibini aradı. Yaklaşık elli metre ötede yerde yatan biri ve onun başucunda feryat eden kadını fark ettiğinde koşmaya başladı Piraye. Tahminen ellili yaşlarının başlarında olan adamın göğsünün hareketsiz olduğunu gören Piraye önce ambulansı aradı. Hastanede işe başladığında ilk yardım eğitimi almıştı ve adamın kalp krizi geçirdiği çok bariz ortadaydı. Kızı olduğunu tahmin ettiği kızı biraz uzaklaştırabilmeyi başardığında, adamın üzerindeki eşofmanın fermuarını açarak onu rahatlatan Piraye, adamın göğsündeki hareketsizliğin devam ettiğini görünce kalp masajı yapmaya başladı. O ilk yardıma devam ederken ambulans geldi ama avuçlarının altında devinimi son bulmuş kalbe derman olmaya çalışırken, içini garip bir his kapladığı anda yüzünü rüzgarın okşamasıyla, adamın öldüğünü anlamıştı. Piraye geriye çekildiğinde sağlık ekipleri, ağıt tınısında ağlayan kızla birlikte adamı ambulansa aldı. Herkes gittiğinde bir kez daha ıstırabı kıyıya savuran dalgalarla baş başa kaldı Piraye. Ayağa kalkıp, yürümeye başlaması bilinçsiz bir refleks gibiydi. Yeniden can vermeye çalıştığı kalbin iflasına şahit olan avuç içlerine baktı ara sıra. Eve vardığında perişan bir vaziyetteydi. Onu hemen çekyata oturtup, eline bir bardak su tutuşturan Deniz, olan biteni öğrendiğinde onu nasıl teselli edeceğini bilemedi. Hele de Piraye, o can alıcı cümleyi kurduğunda.

TEMMUZ KIŞIWhere stories live. Discover now