Bölüm 4: Yalnızlığın Portresi

33 1 0
                                    

HANİ YORUMLAR HANİ:) NASILIZ BAKALIM AKEL'İ SEVDİNİZ Mİ?

AKEL Mİ

PİRAYE Mİ DAHA TATLI ?

Zaman, asla ağlamayan ama mütemadiyen ağlatan bir bebekti. Asla yaşlanmayan bir bebek. Oysa elinde oyuncak olan bizi, dün aynada göremediğimiz kırışıklıkları bugün net bir şekilde fark edebileceğimiz kadar hızlı yaşlandırıyordu.

Piraye'nin en acı gerçeği ise, zamanın hışmına, yüzünde yaşanmışlıkların derin çizgilerini göremeden uğrayacak olmasıydı. Yine de, zalim bir bebeğin oyuncağı olmasına rağmen çokça gülümseyebiliyordu. Onu ayakta tutabilen tek yaşam kaynağı olan sevincinin emaresini de suretinden silse, ebediyen ayrılacağı bu dünyada istemeyerek yalnız bırakacağı arkadaşına ne kalırdı ki? Piraye, Deniz'in onu hep gülümseyişleriyle anımsamasını istiyordu.

Yumuşak hamura avuç içinde şekil verirken yine gülümsedi ve ayak seslerini işitip, elindeki işi bekleterek arkasına döndü. Gözünü mutfak kapısına dikmişti ki çok geçmeden Deniz, kapının eşiğinde belirdi. Uyku mahmuru gözlerini ovuşturup, kolundaki saate kısık gözleriyle bakan Deniz, esnedikten sonra kapının pervazına yaslandı.

"Sen kaçta kalktın kızım, saat sabahın altısı." Pazar günleri en erken on-on bir civarı yataktan kalkabiliyordu Deniz ama sesleri işitince merakla çıkmıştı odasından ve sürüklediği adımlarını mutfak girişinde duraksattığında bu görüntüye şahit olmayı beklemiyordu. Zira, onu uyandıran seslerin üst kattan geldiğini düşünmüştü. Ayakta uyumaya devam eden arkadaşına cevap verse, algılayabilir miydi, kuşkuluydu Piraye ama "kurabiye yapıyorum, seni uyandırmamak için sessiz olmaya çalıştım ama tepsiyi ararken biraz gürültü çıktı" diye açıklama yaparak kendince özür dilemeye çalıştı. O kendini ifade etmeye çalışırken, ayaklarını tekrar harekete geçiren Deniz, salona geçip, kendini çekyatın üzerine yüzüstü bıraktı. Bunu erken uyandığı pazar sabahları hep yapardı Deniz, biraz daha kestirip kahvaltı hazırlamak için ya da kahvaltı hazırsa bardağındaki çay biraz soğuyana kadar beş dakika daha uyuyabilmek için. Piraye'nin aksine Deniz çayını soğutup da içerdi. O yüzden her zaman "beş dakika daha" bahanesi olurdu. Piraye, özenle dizdiği şekilli kurabiyelerini fırına verdikten sonra çay koyup, sandalyeye oturarak derin düşüncelere daldı. Deniz'in yine kendini koltuğa attığını biliyordu ve ona biraz daha uyuklarken, bu zaman diliminde dünü anımsadı. Kendi kendine bunun asla tekrarlanmayacağına dair söz verirken, o söz yankılandı zihninde.

"Elini uzatsan tutacağım kadar uzaklarda kaybolursam, beni bul." Bulurum demişti Piraye ama şimdi ayrıntılı bir şekilde düşününce nasıl bulacağını sorguladı. Onun hakkında pek bir şey bilmiyordu ki. Gerçi o da çok şey bilmiyordu ama özet geçilen hayat hikayesinin içinden o evlatlık verilme kısmını çıkarmış ve Piraye'yi bulmuştu. Bir filmin son sahnesini anımsayıp, zihninde, muazzam olan o son kareyi dondurmak gibi, gitmeden önce attığı o son bakışta sunduğu gülüşü göz kapakları ardına çizen Piraye, cılız kalbinin hızlandığını hissetti. Elini usulca soluna yerleştirip, fısıltı tonunda "ne oluyor böyle" deyiverdi. Öylesine dalmıştı ki dış dünyayla tüm bağlarını koparmış ve Deniz'in geldiğini duymamıştı.

"Ne oluyor ki?" Deniz'in sesini işitip, gözlerini açmasıyla eş zamanda ayağa fırlayan Piraye, korkudan hıçkırır gibi derin bir nefes aldı. Gözü karardı ve elini masaya yerleştirip, düzenli bir şekilde nefes alıp vermeye çalışırken Deniz'e sert bir bakış savurdu.

"Özür dilerim, korkutmak istemedim. Sakin ol, derin derin nef-"

"Tamam, tamam ben iyiyim Deniz panik olma." Elini Piraye'nin sırtına yerleştiren Deniz, suçlu bakışlarını onun suretinde gezdirirken için için kendine kızıyordu. Onu bu kadar korkutacağını elbette bilemezdi, zira o kadar da sessiz gelmemişti.

TEMMUZ KIŞIWhere stories live. Discover now