Bölüm 7: Şairin Aşkı Sadece Yazılır

37 1 0
                                    

Kağıttan bir gemi yapıp, batacağını bile bile koca bir tebessümle onu denize bırakan küçük bir çocuk, sonsuzluğu maviye boyamış gibi enginliğinden etkilendiği denizden aldığı bakışlarını gökyüzüne çevirdi. Hayallerini ondan daha görkemli bir maviye fısıldadı. Gökyüzüne... Çünkü korkmuştu denizden, çok hırçındı dalgaları. Hayalleri kıyıya vururdu, o küçücük yüreği bunu düşünmüştü. Hayallerinin kıyıya vurup, kayalara çarparak parçalanmasından korkmuştu ve onu daha özgür olduğunu varsaydı maviye emanet etmek istemişti. Lakin bilmiyordu çocuk, ihanet her renge boyanabilirdi. O anda gök gürledi ve çocuğun yüzündeki gülümseyiş soldu, korku yüreğini avuçladı. İlk önce birkaç büyük damla süzüldü, sonra kirlenmiş gezegeni yıkamaya ant içmiş gökyüzünden bardaktan boşanırcasına yağdı yağmur. Küçük çocuğun fısıldadığı hayaller, yeryüzünün dört yanına saçıldı. Çok azı umutla birleşip, toprakta yeşerdi. Kalan tüm hayalleri adını bile bilmediği sokaklarda kayboldu. Ve çocuk bir daha, ne gökyüzüne ne denize ne de, kalıcı bir ayak izi bile bırakamadığı yeryüzüne inanmadı. Hayallerini, küllenmiş umutlarının içine gömdü ve yıldızları sergileyen gökyüzüne asla bir dilekte bulunmadı.

Piraye'ydi o çocuk.

Bedii suretine yaşadığı tüm yılların ıstırabı kazınmış, adını, şairliği dillere destan adamın aşkıyla nefes alan ve ihanete uğrayıp, bir daha aşk dolu sözlere kanmayan kadından alan Piraye. Onu iyileştiren, Nazım Hikmet hayranı bir hemşire vermişti ismini Piraye'ye. Nazım ile Piraye aşkını ise isminin anlamını araştırırken öğrenmişti Piraye. Ne de olsa şairin aşkı yaşanmazdı, şairin aşkı sadece yazılırdı.

Mısralarca, satırlarca yazılırdı ama ya yaşanmazdı ya da hep yarım kalırdı.

Cenin pozisyonunda hiç kıpırdamadan bir saattir ağlayan Piraye, ağır hareketlerle doğruldu. Yerde duran mektuba saniyelik bir bakış atıp, elinin tersiyle burnunu sildi. Göz yaşları yanaklarında kurumuştu ve teni ruhu kadar gergindi. Sanki kalbinde patlamasına saniyeler kalan bir saatli bomba vardı. Ayaklarını yataktan sarkıtıp, ellerini dizleri üzerine koydu. Gülmeye başladı. Kulaklarında hızlanmaya başlayan kalbinin sesi çınlıyordu ya da içinde patlamak üzere olan bombanın uyarı sesleriydi. Derin bir nefesin ardından ayağa kalkıp, odanın kapısına doğru yürüdü. Kapının üzerindeki anahtarı bir kez usulca çevirdi ve alnını kapının ahşap yüzeyine yaslayıp, gözlerini kapadı. Çok sürmedi göz kapaklarını tekrar aralaması ve kapının önünden uzaklaşması, en fazla bir-iki dakikalık bir düşünme süreciydi. Lakin o kısa zaman diliminde yüzlerce düşünce çarpışmıştı zihninde. Yatağının karşısında, pencere kenarında duran çalışma masasının önündeki sandalyeyi alıp, gardırobunun aynasına tüm gücüyle savurması bir oldu. Nihayet, bomba patlamıştı ve alevler tüm bedenini sarıyordu Piraye'nin. Çığlıklar atarak masanın üzerindekileri savurdu, yatağının çarşafını kavrayıp, tek hamlede yatağın üzerinden sıyırarak çiçek desenli kumaşı parçalamaya başladı. Zaten eskimiş olan çarşafın yırtılması çok zor olmamıştı ama Piraye, öfkesinin tüm kudretini ellerinde toplamış gibi, elini neye atsa paramparça ediyordu ve tüm bunları yaparken attığı canhıraş çığlıklarla tüm bina inliyordu. Daha ilk feryadında kapının önünde biten Deniz, kilitli kapıyı zorlayarak Piraye'ye seslenmeye başlamıştı ama kendi sesinden başka seslere sağır olan Piraye, odasını harabeye çevirene kadar durmadı. Sonunda odanın ortasına, kavradığı her kenarından yırttığı çarşafla oturup kaldı. Nefes nefeseydi ve görüşü bulanıktı. Bayılmamak için kendini öyle kasıyordu ki tir tir titriyordu. Sonunda Deniz'in sesini işitti. Kapıyı yumruklayarak ağlıyor ve kapıyı açması için yalvarıyordu. Ayaklarını dizlerine kadar hissetmiyordu ama elleriyle zeminden destek alarak ayağa kalkan Piraye, sendeleyerek kapıya yürüdü. Kilidini çevirdiği kapıyı öyle sert açtı ki Deniz irkildi.

TEMMUZ KIŞIWhere stories live. Discover now