for your love

563 81 45
                                    

"Birisi sana seni sevdiğini söylüyorsa bundan umutlanman yanlış mı olur?"

Eve geldiğinde ilk iş olarak odasına çıkmış üzerini bile değiştirmeden yatağına kurulup hediye olarak aldığı kahverengi ayıcıkla konuşmaya başlamıştı. Yıllar geçse de cansız varlıklara içini dökme huyundan asla vazgeçmiyordu.

"Yani demek istediğim... Bu onun da benden hoşlandığı anlamına mı gelir? Ama neden şimdi? Bütün bir sene benimle iletişim kurmayıp neden şimdi bana bunları söylüyor? Belki de beni dalga aracı olarak kullanıyordur."

Uzun bir oflama döküldü dudaklarından. Çok fazla kafa yormuştu fakat hiçbir sonuca ulaşamıyordu. Sanki her düşündüğü yanlıştı. Mutlu olacağı seçenleklerin gerçek olduğu düşüncesi her ne kadar aklına daha çok yatsa da boş umutlar beslemek istemiyordu.

Ayağa kalktı. Kapısını yavaşça açıp ayıcıkla birlikte lavaboya girdi. Ayıcığı kirli sepetinin üzerine bırakıp aynaya döndü. Kendisiyle konuşacaktı. İç tartışmasına belki bir son getirirdi bugün.

Göz altları kızarmış ve morarmıştı. Dudakları çatlamış yer yer kanamıştı. Kanama sebebine dudaklarını dişlemesi de eklenebilirdi.

Kendini yargılamak sevdiği şeyler arasında değildi elbette fakat kendini bunu yapmaktan alıkoyamıyordu. Sanki kusurlarını, içindeki nefretle kötülerse iyi hissedecekti.

Kimseye layık değildi. Ne Shoyo'ya ne de Kei'ye. Bütün bir yıl kendine bunları söylüyordu. Kendini küçük görüyordu. Alışmıştı çünkü. Her seferinde sanki herkes ondan nefret ediyor gibi hissediyordu. Bir işe yaramadığını düşünüyordu. Sahi ne vasfı vardı ki başkalarının hayatında? Üzüldüklerinde teselli edebiliyor muydu onları? Her seferinde destek olabiliyor muydu onlara? En önemlisi, gülümsetebiliyor muydu onları varlığıyla?

Aynadaki yansıması bir harabeden farksızdı ve o hâlâ çaresizce kendine iyi olduğunu kabul ettirmeye çalışıyordu. Yanlız da yapabilirdi değil mi?

Yapamıyordu. Yanında birilerini istiyordu. Adım atamıyordu. Olmuyordu işte. Yerinde sayıyordu. Güçsüzdü ve hayatta güçsüzler değer görmezdi.

Dışarıda yapamamıştı ama şu an ağlıyordu. Gözyaşlarını silmek istemedi. Yollarını kesmek, yönlerini değiştirmelerine sebep olmak istemedi. Daha fazla ayakta duramadı. Küçük bir hıçkırık eşliğinde yere oturup arkasındaki duvara yasladı sırtını. Sessizce ağladı. İçindekilerin gözyaşlarıyla akıp gitmesini istedi yalnızca.

Odasından gelen telefon zilinin sesini duyana kadar orada kaldı. Sonrasında yanaklarındaki ıslaklıkları silerek ayağa kalktı. Hızla telefonuna ulaştı ve gördüğü isimle bir süre ekrana baktı. Açmalı mıydı? Kalbi hızlanmıştı. Vücut ısısı normalin üstüne çıkmaya başladığında aramayı cevaplamadan önce bir kez öksürmüştü. Sesinin çatlamasına engel olsun diye.

Olmamıştı.

"Alo?"

Çatlamış ve derinden gelen sesini fark ettiğinde gözlerini sıkıca yummuştu. Sanki yaptığı şeyin üzeri bu şekilde kapanacak gibi.

"İyi misin? Ağladın mı sen? Neredesin şu an?"

Art arda gelen sorularla biraz bekledi. Telefonu sessize alıp bir iki kez öksürdü. Biraz da sesini denedi. Sonrasında tekrar telefonu eline alıp sorularını cevapladı.

"İyiyim Kei. Ağlamadım. Sadece... Hapşırmıştım. Sesim o yüzden garip geliyordur."

İnanmadığını biliyordu. Yine de denemişti.

"Neredesin? Yanına geleceğim."

Kalp atışları mümkünmüş gibi daha da hızlanırken başı ağrımaya başlamıştı.

smells like teen spirit : tsukkiyamaWhere stories live. Discover now