Bölüm 65

228 12 0
                                    


Herkese iyi akşamlar, bugün günlerden Cuma ve ben yeni bölüm ile geldim, günümüzü kaçırmadım ☺🤭 Evet bölümü bırakıyorum ve kaçıyorum, keyifle okuyacağınız bir bölüm olmasını diliyorum☺️ Bu arada haftaya vizelerim olduğu için yeni bölüm gelemeyecek bir dahaki hafta paylaşacağım ☺ Duyurumu da yaptığıma göre kaçabilirim


...&...&...&...

İnstagram hesabı; Ladynoktahikayeleri

...&...&...&...


Diğer Hikâyelerim;

Duhâ ve Hülle

Her iki hikâyeme de göz atmayı unutmayın.


Keyifli Okumalar 🌺


Oy vermeyi ve Yorum yapmayı unutmayın 🌺


Not; Kürtçe bilmediğim için google translateden çeviri yaptım.


Bölüm 65

Kapıdan içeri adımım atmadan daha farkındaydım benden müjdeli haberi bekleyen ev halkının, lâkin onlara verebilecek bir cevabımın olmaması orta yaşlı kalbimi kapanması için dağlanan yaranın acısı gibi acıtıyordu. Pişmandım, çaresizdim, korkuyordum, umutsuzdum, utanıyordum, kızgındım, öfkeliydim, kırgındım... Daha o kadar çok duygu karmaşası vardı ki içimde hangi birine ne işim versem bilemedim, adsız duygular içinde mahvoluyordum adeta. Eve girip ağır ağır merdivenleri çıkarken, odada bizi bekleyen insanların hiçbirini umursamadım, umursamak içimden gelmedi çünkü onları umursayabilecek bir gücüm yoktu, yaşadığım hayal kırıklığı anlatılamayacak kadar büyüktü, utancım ise sözlere dökemeyecek kadar uzun bir yolu andırıyordu. Üzerime tonlarca yük yüklenmişti adeta, bu yükü nasıl atacağımı bilmiyorum ama atmak için çabalıyorum, çabalasam da hep bir yerde tıkanıp kalıyordum. Nefes almak bile bana işkence gibi geliyordu artık, sanki kaburgalarım kırılmıştı ve kırılan kaburgalarım ciğerlerime baskı yapıyor, bu baskı da benim nefes almamı engelliyordu.

Kızımın, biricik Heyvbanû'mun benden dalından koparılan bir çiçek gibi koparılması gerçekten de kaburgalarımın, hatta vücudumdaki tüm kemiklerimin kırıldığı hissini veriyordu, bu hissin oluşmasına nedense engel olamıyorum. Derin bir nefes almaya çalıştığımda yine sızladı göğsüm, zaten bugün sabah da aynısı olmuştu, Ağrı'ya, Egit Berxwedan'ın (Berhvedan'ın) Doğubayazıt'taki evine gittiğimizde de bu his, bu acı vücudumu sahiplenmişti. Aldığım nefes ile birlikte burnum akmaya başladı, burnumu çektiğim de yeniden akmaya devam etti burnum, bu defa en kestirme yol burnumu silmek fakat ne yazık ki silecek bir peçetem yoktu zaten arama zahmetine de giremeyeceğim. Sol kolumu kaldırdım ve akan burnumu sol koluma sildim, şu an ne durumun iğrençliğini ne de temizlik ve titizlik kurallarına uymadığını düşünecek durumda değilim.

Ağır adımlarla yatak odasına vardığımda ise duraksadım, bu kapıyı çalıp içeri adım atacak yüz yoktu bende. Karım, çok sevdiğim kadın şu an neredeydi bilmiyorum, burada mı bekliyordu beni yoksa aşağıda diğerleri ile hiçbir fikrim yoktu ama şu an tek istediğim bir yorganın altına girip saatlerce çıkmamak. Üzerimdeki bu yükü ve ölü toprağı atmak, güne yeni umutlar ederek başlamak...

Derin bir nefes aldım ve içimdeki tüm cesaretsizliğimi yok sayarak, kalbimde bir kumbarada biriktirilen bozuk para gibi biriken cesaretimin olduğu kumbarayı kırıp tüm cesaretimi kullanarak kapıyı açtım. İçeri ilk adımı attığım da kalbim yerinden çıkacak gibi hızla atıyordu, sanki benden bağımsız bir organdı ve beynime bağlı çalışmıyor gibiydi. Beynim defalarca sakin kalmamı kendine tekrar ve telkin ederken, kalbim onu dinlemeyerek atış sayısını saniyede kaça çıkardığından bir haber işine devam ediyordu. Birkaç adım daha attıktan sonra, sonunda odanın yarısına gelebilmiştim, gözlerimi odada gezdirdiğim de Mihrican'ın burada olmadığını gördüm, sanırım o da diğerleri ile birlikte aşağıdaydı. Bunun avantajından yararlanarak dolaptan kıyafetlerimi aldım ve banyoya ilerledim, üzerimdeki tonlarca yükü ancak su atabilirdi, sıcak bir suyun altında duş almak şu an en çok ihtiyacım olan şeydi.

HEYVBANÛ ( Töre Hikayesi ) TAMAMLANDIWhere stories live. Discover now