20. "Yumru."

5.5K 244 36
                                    

Bu bölüm Fifidint taradından altı kez yazılmış ve silinmiş, sonuç olarak bu haline gelmiştir.

Beklettiğim için özürr dilerim ama ilham gelmiyordu. Ben de salmak durumunda kaldım. 😢

Ve son olarak ilhamımı buldum ve yazdım. İçime pek sindiğini söyleyemem açıkcası ama güzel oldu.

İyi okumalar ♥️😌

***

İnsanları en derinden yaralayanlar, onlara en çok acı ve ızdırap çektirenler sevdikleri olur değil mi? Birinin en zayıf noktalarını bilenler de sevdikleri olur. Kalplerdeki en derin yaraların sahipleri de. Benim sadece bir değil binlerce yaram vardı. Her kapanmaya yüz tuttuğunda açılan, kanlar içinde kalan, iltihap kapmış gibi hiç bir zaman iyileşmeyen, tüm benliğime zehir saçan yaralarım vardı.

Nedenlerse yaralarımı açan o keskin, saydam bıçaktı. Ve bu saydam bıçak bana o derin yaralarımın nedenlerini asla göstermiyordu. Çocukluğumdan beri "en bi çok sevdiklerim" dediğim insanlardı o bıçağın sahibi. O bıçağa tek tek nedenleri kazımış, hedefini göstermişlerdi. Hedef bendim. Hedef benim ruhum, fikrim ve kalbimdi. Ailem dediğim herkes nedenleri biliyorlardı. Bana saplanan o keskin bıçağın üzerinde yazan saydam nedenleri sadece onlar biliyorlardı. En çok da annem ve babam biliyorlardı. Beni o ailede sevdiğine emin olduğum iki kişi. Peki beni seviyorlarsa neden o bıçağın kalbimi deşmesine izin veriyorlardı?

Sevgi her zaman şevkat değildir. Bunu bana biri öğretmişti. Hem de çok nefret ettiğim biri. Bana sevginin kötülüğünü göstermişti. Tek bir hatanın nasıl sonuçları olacağını. Sevginin içinde parıldayan o şevkatin nasıl bir anda nefrete dönüşebileceğini. Sevgi hep kalırdı içerilerde bir yerlerde. Hep severdin. Ama şevkat duygusu olmadan o sevgi bomboş bir şeydi. Ve benim ailemin bana verdiği sadece şevkatsiz sevgiydi. Bir gün nefrete bile dönüşebilecek sevgi. Dedemin nefreti gibi sevgi.

Boğazımdaki yumru beni her gün daha da zorluyordu. Hayali bir şeyin nasıl her gün daha da büyüdüğünü hissedebilirdim ki. Boğazımı parçaladığını. Bana bir az bile değer vermeyen insanların arasına beni parçalayan, içimdekileri dökmem için beni körükleyen o yumru ne zaman kaybolacaktı? Gitmiyordu. Oradaydı. Çocukluğumu mahvetmiş, bana türlü zenginlikler vermelerine rağmen hiç sevgi vermeyen ailemle aynı masada kahvaltı etmek çok zordu. 17 yaşında bir kız çocuğuydum ben. İçinde kalmış çocukluğu asla yaşayamayan, çocukluğunun merkezinde hep büyük bir nefret olan bir kız çocuğuydum. Lunaparka binlerce kez giden ama 'artık büyüdün, onlara binemezsin' denilen o yedi yaşındaki kız çocuğuydum.

En çok o oyuncaklara binilmesi gereken yaş yedi değil miydi? Çocukluğunun gerçek anlamda hatırlardığın ilk kısmı?  Gözlerimi sadece kuş sütü eksik olan o güzel sofrada gezdirdim. Keşke eksik olan tek şey kuş sütü olmasaydı. Beni tımarhaneye kapattıran amcam ve bir çocuğa nefret kusacak kadar kötü olacak dedem de eksik olsaymış bu masadan. "Hoş geldin baba." Annemin düz ses tonunu duymamla ona döndüm. Suratında hiç bir ifade yoktu. "Hoş bulduk kızım." Dedemin yalandan sevecen sesi midemi bulandırmaya yetmişti.

Biraz sonra babam da gelip tam yanıma oturduğunda herkes kahvaltısına başlamıştı. "Ayaz'ın işleri iyi gidiyor bu aralar. Ama sen yine de dikkat et. Genç çocuk. Hırslarının ona hata yaptırabileceği yaşlarında."  Amcamın konuşmasına göz devirdim. Demiyor ki ben kıskanıyorum senin oğlunu, şirkette papucum dama atılacak yakında, elini ayağını şirketten kes oğlunun yoksa alırım façasını. 

"Anne, abim geldiği gibi kurşun döktürelim. Malum kem gözler hep üzerinde. Allah nazarlardan saklasın. Ekim'in bir hanım teyze komşusu var. O anlar bu işlerden. Nazar duası da yazdıralım. İşimiz garanti olsun." Alaylı konuşmamla annem gülecek gibi oldu ama kendini durdurdu. Babamsa birkaç kez kuru kuru öksürdükten sonra beni umursamadan abisiyle konuşmaya devam etti.  Göz devirdim ve tabağımdaki birkaç zeytini ağzıma atarak ayağa kalktım. "Ben gidiyorum. Okuldan çıktığım gibi Ekim'lere gideceğim. Geç gelirim. Bay bay" dedim ve merdivenlere doğru yürümeye başladım.

Ay | Texting حيث تعيش القصص. اكتشف الآن