30. "O intikam"

3K 169 88
                                    

Kalp öyle bir şeydi ki, sadece küçük bir yarayla geleceğinizi ve hatta geçmişinizi mahvederdi. Somutsal kalp yarası sizi, ailenizi, sevdiklerinizi etrafınızda size değer veren ne kadar insan varsa hepsini mahvederdi. Soyutsalsa en beteriydi, yavaş yavaş tüm kalbinizi çürütür, hatta ruhunuza bile etki ederdi.

Kalbimdeki bu yaralar açılalı çok olmuş, artık yaralarım sarılsa bile iyileşemeyecek kadar çok soyulmuştu. Bu acıların sonu sadece ölümdü. Bu gün ilk kez ölmeyi düşünmüştüm. Bavulumu toplayıp o uzun merdivenlerden inerken kendimi bıraksam kurtulur muyum diye düşünmüştüm.

Belki de kurtulurdum. İnsanların en değerli olduğu gün öldükleri gündü sonuçta. Bu 3 kuruşa değmez hayatıma biraz değer katar mıydı ölüm? Ölüm güçsüzlerin kurtuluşuydu. Ben güçlü değildim. Güçlü olmak için onca çabalarım sadece bu kısa düşüncemle yıkılmıştı. Yeni inşa edilen bir binanın depreme kurban gitmesi gibiydi benim güç kırıntılarım şimdi.

O çıktığım eve bir daha geri dönmemeye yemin etmiştim. Zaten bir daha geri dönmemi istememişlerdi. Buz gibi havada ince hırkamla sokağa atılmıştım. Sanırım bu ailemin bana 18 yaş hediyesiydi. Özgür bırakmışlardı beni. İstediğim gibi. Lambaların aydınlattığı sokakta bavulumun yerdeki küçük taşları ezerek çıkardığı sesden başka bir ses yoktu. Gidebileceğim onca yer varken gidebileceğim bir yuva yoktu. Sevdiğim ve beni sevdiğini bildiğim tek tük kişilere dert olmak istemiyordum.

Sadece birkaç saat önce vicdanımı rahatlatmak, içimde bana baskı uygulayan garip hissi tatmin etmek için Enes'le buluşmuştum. Belki yalan, belki yanlış birkaç şey duymuştum. Birkaş harakette bulunmuştum. Pişman değildim. İçimdeki hissi tatmin etmek iyi gelmişti. Üzerime yeni yeni yüklenen bu ağır yüklerin birinden kurtulmak hakkım değil miydi?

Ben de insandım. Duygusuz bir robot olarak görüyorlardı ama hissediyordum. Acı, keder, kötülük hepsini görüyordum. Mutluluk göremiyordum. Sevinç göremiyordum. Güven, şevkat hiç bir şey göremiyordum. Üzerime kara bulutlar gibi çökmüş kötülüklerin şerinden kurtulamıyordum.

Elimi artık kurumuş olan gözlerimde gezdirdim. Soğuktu. Ama içime düşen yangın, babamın ve annemin o sözleri hâlâ kulaklarımda çınlıyordu. Haketmiş miydim? Bana bunca yaşattıklarından sonra o sözlere layık mıydım?

"Sen ailemizin yüz karasısın. Kendini iyi sanıyorsun ama o kadar nankörsün ki öz annen ve baban bile sana katlanamıyor. Şimdi git ve bir daha geri dönme. Özgür olmak istiyordun. Özgürlüğünü al ve git."

Hayır haketmemiştim. Ben onlara bir şey yapmamıştım. Yüz karası onlardı. Annem ve babam oldukları için utanıyorum. Bu kadar rezil insanlarla yıllardır nasıl yaşadığımı aklım almıyordu. Ben sadece kendi hayatını kurtarmaya çalışan biriydim.

Görmüyorlardı. O "baba" dedikleri insanın, "abi" diye bağırlarına bastıkları kalleşin sözünü "kızım" diye başını okşadıkları insanın sözünden üstün görmüşlerdi. Şimdi ben onları hayatımdan silsem kaç yazardı ki. Zaten onlar beni hiç hayatlarında görmedikten sonra.

Kendimi bulduğum yer yüzsüzlüğüm müydü bilmiyorum ama sadece burası bana iyi gelebilirmiş gibi hissetmiştim. Benim gibi kovulan birinin yanında daha rahat olacağımı düşünmüştüm. Halamın işlettiği kafenin önündeydim. Cebimden telefonumu alarak rehberde halamı buldum ve kaldırıma oturarak açmasını bekledim.

"Ayza?"

"Selam hala, evde misin?"

"Evdeyim güzelim. Bir şey mi oldu?"

"Ben kafenin önündeyim."

"Tamam, 2 dakika bekle geliyorum."

Dizlerimi kendime çektim ve başımı dizlerime yasladım. Şimdi istediğim olmuştu. Yalnızdım. Sadece burada Ay ışığının altında ölüp gitmek istiyordum. Ama direnen tarafım ağır basıyordu. Keşke zamanı geri alabilseydim. Sanırım doğduğum güne giderdim. Ne yapar eder ölürdüm. Çünkü benim yerime doğmayı hakeden binlerce insan varken ben bu istemediğim hayata 18 yıldır katlanıyordum.

Ay | Texting حيث تعيش القصص. اكتشف الآن