some things are meant to be secret and not to be heard

1.2K 115 251
                                    

Harry Edward Styles henüz üniversite sınavına giremeden ölmüştü. Yani tam olarak ölmemişti tabii, ancak hayatı bitmişti işte. Utançtan yerin dibine girmiş, ölmekten beter olmuştu. Her şeyi batırmıştı.

Daha yaşayacağı onlarca yılı vardı oysa. Fakat o salak gibi arkadaşına atacağı mesajı öğretmenine atmıştı. Üstelik mesaj zaten öğretmeni hakkındaydı. Bay Tomlinson'ın telefon numarasını geçen sene, bin türlü takla atarak öğrenci işlerindeki ofisten gizlice almıştı. Aslında sadece arada, yani çok sıklıklı aralarla, profil fotoğrafına bakmak için almıştı öğretmeninin numarasını. Geçen gece ise gaza gelmiş, arkadaşına attığını sandığı uygunsuz mesajları ona göndermişti.

Harry ne bok yiyeceğini bilmiyordu. Louis Tomlinson ona cevap olarak ceza içerikli bir mesaj göndermişti, ve inanın sizin hakkınızda çeşitli düşünceleri olan bir ergene bu şekilde mesaj atmanız, pek de iyi bir şey değildi.

Harry, Bay Tomlinson'ın ona gönderdiği mesajı defalarca okumuş, zihninde canlanan onlarca düşünce nedeniyle kendini soğuk bir duş alırken bulmuştu. Üstelik utançtan ölüyordu. Lise hayatının her yılında okula gitmekten utandığı bir anısı olmak zorunda mıydı?

Tüm hafta Louis Tomlinson ile karşılaşmamak için elinden geleni yapmıştı. Ancak bu, cuma günü olan edebiyat dersinden de kaçabildiği anlamına gelmiyordu. Derse girmemezlik yapamazdı, çünkü annesi onuncu sınıftaki devamsızlık olayından sonra sürekli olarak onu kontrol ediyordu. Yani istese de, istemese de, derse girmek zorundaydı. Kısacası, Harry mecazi anlamda da olsa ölmüştü.

Cuma günü, öğle yemeğinden sonraki ilk iki dersi dinleyememişti. Midesi heyecan, utanç, ve korkuyla bulanıyor, kelimenin tam anlamıyla soğuk soğuk terliyordu. Hayatında hiçbir zaman fizik dersinin bitmemesi için dua edeceğini düşünmemişti, fakat gel gelelim şu an hayatında etmediği kadar dua ediyordu.

Zil çaldığında, Harry gergin bir şekilde küfür savurdu. Duaları dahi kabul olmuyordu! Ciddi anlamda kafayı yiyecekti. Derin bir nefes alıp, olabildiğince yavaş hareket ederek çantasını toparladı. Sınıftan çıkarken ayakları adeta geri geri gidiyordu.

Ders zili çalana kadar ne yapacağını bilmez bir şekilde bahçede turlamıştı. Arkadaşlarının yanına dahi gidesi yoktu. Tek yaptığı öylece yürümek, ve çıkış yolu aramaktı. Fakat bilirsiniz, bazı kaçınılmaz sonlar vardı. Tıpkı Harry'nin o derse girmek zorunda olması, ve Bay Tomlinson'la yüzleşmesi gibi.

Sonunda zil çaldığımda, Harry sınıfa gitmiş, en arka sıralardan birine oturarak kaçınılmaz sonunu beklemeye başlamıştı. Sınıf neredeyse dolduğunda, edebiyat öğretmenleri de içeri giriş yapmıştı. Harry kafasını kaldırıp, usulca öğretmenine baktı. Bugün gözlerinin rengini ortaya çıkaran uçuk mavi bir gömlek giymiş, her zamanki gibi kollarını dirseklerine kadar kıvırmıştı. Gömleğinin açık bıraktığı yerlerden görünen dövmeleri, Harry'nin midesinden kasıklarına doğru bir yanma hissini serbest bırakıyordu. Öğretmeninin gri pantolonu kalçasını güzelce sarıyor, bacaklarından aşağıya uzanıyordu. Ne kadar ateşliydi!

Louis elindeki çantayı masasına bırakıp, öğrencilerine döndü. Gözleri kalabalığı süzerken, yeşil gözlere denk geldiğinde, ona alaylı bir bakış göndermiş, yeşil gözlerin bakışlarını yere indirmesini sağlamıştı. Louis onun neye bulaştığını bilmediğine emindi. Henüz ateşle oynadığının bile farkında değildi.

"İlk hafta olmasına rağmen yorucu bir hafta geçirdiğinizin farkındayım. Bu yüzden haftanın son dersinde sizi çok zorlamayacağım. Ufak bir etkinlik yaptıktan sonra, gitmeniz için izin vereceğim." Louis kalabalığa doğru konuştuğunda, öğrencilerden memnun mırıltılar yükselmişti.

if walls could talk | larryWhere stories live. Discover now