5

191 55 33
                                    

Son üç gecedir aynı kâbusla sıçrıyordum uykumdan. Dişçinin bekleme odasında her seferinde yalnızdım, birinci levelin sarmaşıkları zeminin ortasında hızla yayılıyor, ayaklarıma, bacaklarıma sıkıca dolanıyor, beni tek bir hamlede çukurun içine çekiyordu. Sonra düşüyordum. Sonsuza kadar uzanan kafeslerin arasında dalından düşen bir yaprak gibi bir oraya bir buraya savrula savrula düşüyordum. Yüreğimde dayanılması zor bir burkuntuya neden oluyordu bu rüya. Ve her defasında Mühendis'in, sorun yok, geçti artık diyen teselli edici sözleri. Aramızdaki duvarları kaldırdığımız günden bu yana onun koltuğunu mesken edinmiştim. Başımın üzerinde asılı duran simüle aydınlatmanın gözümü alan ışığına bakıp yavaşça doğruldum. "Düşmek kötü bir his," dedim alnımda biriken terleri kolumla silerken. Odayı aydınlatmadı. O capcanlı sarı ışık tepemde dikiliyordu.

Ve Mühendis saçma bir şekilde puanlarını benim için harcamaya devam ediyordu. Onu durduramıyordum. Hem diğerlerine hem de bana bakıyordu. Kendi puanlarına acımaksızın kıyıyor, benimkinin tek bir tanesine bile dokundurtmuyordu. Bu yüce gönüllülüğü üzerimde boğucu bir etki yaratıyordu. Hemen yanıma oturdu. Başımı omzuna yasladım. Ellerimi tutmaması için kollarımı göğsümde birleştirdim. Ona güçlü bir şekilde çekiliyordum. Karşı konulmaz, dayanılmaz bir etkiydi bu. Ve bu beni hayatım boyunca ilk defa korkutuyordu. Onun bana attığı her adımda ben gerilerken bunun nedenini bile sormuyordu bana. Hiçbir şey sormuyordu. Hiçbir şeye kızmıyordu. Hiçbir şey için söylenmiyordu. Tamamen teslim olmuştu. Gruptakiler de durumun farkındaydı ama onu kızdırmak korkusuyla kimse tek kelime etmiyordu. Doktor'un ve diğerlerinin puanları yine azalmıştı. İkinci levelin sonuna kadar ne toplayabiliyorlarsa oydu ve dört kişinin ikinci levelin sonuna kadar topladıkları o kadar insanı doyurmaya bir ay ancak yetiyordu. Aklım hâlâ gördüğüm o küredeydi ve uzay gemisinde. Yukarı diye bir şey yoktu belki. Oyunun sonu diye de bir şey yoktu. Oyun, oyundu. Oynanacak, puan toplanacak ve bu şekilde sonuna kadar yaşanmaya devam edilecekti. Bunu ne zaman dile getirsem Mühendis sessiz kalıyordu. Orada uzun bir süre boyunca öylece oturduk. Poppy ışıklandırmaları otomatik olarak çalıştırana kadar sabah olduğunu anlamamıştık.

"Bugün bir kez daha deneyelim," dedim.

"Sen nasıl istersen," dedi her zamanki gibi. Doğruca mutfağa yürüdü. Lavaboya gittim. Aynanın karşısında on dakika boyunca mide bulandırıcı suratımı izledim. Onun yanına değil yakışmak, güzelliğine gölge düşürecek kadar çirkindim. Bunu görmüyor muydu? Tanrım, gerçekten aklını kaçırmış olmalıydı.

"Sen uyurken ben de seni böyle izliyorum," dedi bir anda kapıda belirerek. Kollarını göğsünde birleştirmiş, kapıya yaslanmıştı. Birden irkildim. Ne yapacağımı bilemedim. Yerinden hiç kıpırdamadı.

"Bir sorun mu var?" diye sordu. "Benden sıkıldın mı yoksa?"

"Dalga geçiyor olmalısın," dedim. Başım önde dışarı çıkmak istedim ama bana engel oldu, hafifçe duvara yapıştırdı ve yüzüme doğru eğildi.

"Bunu yapma," dedim. "Zavallı kalbim nasıl atıyor görmüyor musun? Oyunda dikkatim dağılacak."

Yüzüne kocaman, olağanüstü güzellikte bir gülümseme oturttu. Gözlerimi bir an için kapattım. Hiçbir insan bunun karşısında sarsılmadan duramazdı.

"Sinir bozucusun," dedim. "Doğuştan gelen tanrı vergisi bu güzellikle beni öldürmeye çalışıyorsun."

"Kendini benim gözlerimden görebilseydin keşke," dedi. "Bunu Poppy'ye iletmeliyim, belki bir yolu vardır ha?"

"Sakın!" dedim abartılı bir tepkiyle. "Çılgın gibi puan harcıyorsun. Bunu yapmayı kes."

"Kesmezsem ne olur?" dedi aramızdaki mesafeyi biraz daha azaltarak.

SİMÜLASYONWhere stories live. Discover now