5

149 45 5
                                    

Tek bir gün insanlığı gömmeye yeter!* Simülasyon argümanı üzerine öne sürülen her fikir doğru muydu gerçekten? Gelişmiş bir medeniyet uzak atalarını yeniden yaşatmak mı istemişti? Bu can yakan yanıta rağmen neden kafamın içinde farklı farklı sorular yankılanıyordu? Doktor'un evine doğru yola çıkmışken yine düşüncelerin içine gömülmüştüm. Neden farkındaydık? Fizikçi nasıl olur da bunu bilebilirdi? Ben nasıl olur da bunu bilebilirdim? Simülasyon içinde simülasyon, oyun içinde oyun. Matruşka bebekleri gibi içi içe geçirilip durmuştuk. Matrioshka beyni gerçekti, Dyson küreleri de. Gerçek olduklarından şüpheleri olmayan sayısız insanın kaçırılmış, bir oyunun içine atılmış, kazanmış ya da kaybetmiş bir şekilde bir yerlere postalanmış olduklarını sanmaları istenmişti. Peki, bütün bunları yöneten neydi? İlerlemesinin sonuna varmış, bütün fizik yasalarının üzerine çıkmış olağanüstü bir medeniyet mi? Belki de altı yedi yaşlarında bir çocuğun elinde ufak bir oyuncaktık. Ailesinin ona sunduğu bir doğum günü hediyesi. Onlar için olağandık. Başka varlıkların başka başka oyuncakları. Böyle hissetmemiz sağlanmıştı. Dokunmak demişti Çiftçi, dokunuluyor olmak, rüya bile olsa gerçek olduğu anlamına gelir. Dokunuyorduk, dokunuluyorduk. Bir an için boğulacakmışım gibi hissettim. Başımı camdan dışarı çıkarıp gözlerimi kapattım, güneşin güçlü ışıkları gözkapaklarımdan içeriye doluştu. Asla anlayamazdım, bu his tamamıyla gerçekti. Çiftçi haklıydı. Simülasyon da olsak, rüya da, önemli olan bunu hissediyor olmamızdı.

Gözlerimi açtım, güneş gözlerimi aldı. Bir an için onun sahte büyüsüne kapıldım. Orada bir güneş olmadığını biliyordum, bir kürenin içindeydik, –evet, kürenin de olmadığını biliyordum- dışarıda zapt edilmiş iki yıldız vardı, zapt edilmiş yıldızlar, onun da ötesinde evrenler, işte orada bir son vardı. Dışarısı, evet, dışarısı diye bir şey yoktu. Bir avuç koddan ibarettik. Evrenin başlangıcı için büyük patlamaydı açıklamamız ama doğrusu tek bir tuştu: Başlat tuşu. Einstein bununla alay etmişse de söyledikleri sonuna kadar doğruydu. Ne yani diyordu, Ay'a bakmadığım zaman orada değil mi? Evet, değildi. Sadece gözlemlediğimiz şey ortaya çıkıyordu.

Güneşin yakıcı sıcağından kurtulmak için yeniden içeriye çektim başımı. Kaçıp saklanabileceğim hiçbir yer yoktu. Belki de sıfırlanacak olan bendim, gerçeğe bir yoldan ulaşanların ödeyeceği acı bedel. Sıfırlan ve yeniden başla. Sen gerçeksin, sen insansın, bir simülasyon değil. Sonra yeniden başlayacaktım. Çiftçi diye birinin olduğunu bilmeden, onu ne kadar çok sevdiğimi unutarak.

Dar koridor boyunca ilerlerken aklımdan ona söyleyecek yüzlerce şey geçiriyordum. Hangisinden başlayacağım? O biliyor mu, elbette biliyor. Neden söylemedi, söyleyemez. İşte oradaydı. Çiçek tarhının dibinde, üzerinde yine aynı kıyafet. Saçları biraz daha kısalmış, sakalları eskisinden biraz daha uzun. Gerçek değil, diye fısıldadım. Gerçek değiliz.

Hemen yanı başına çöktüm. Bir süre sessiz kaldı. Kenarda bir paket çiçek tohumu vardı. Toprağı çapalıyordu büyük bir sükûnetle. Bu yüzden mi bu kadar durgundu? Bildiği için.

"Neden söylemedin Doktor?"

"Neyi?" dedi yönünü bana dönmeden.

"Ne olduğunu biliyorsun. Bildiğini biliyorum. Onlarla iletişime geçip bilmiyor olman imkânsız. Seni de mi kandırıyorlar yoksa?"

Dudakları gülmemek adına kasıldı. Bakışları bir an için bana çevrildi. Alaycı bir ifade belirdi yüzünde.

"Gerçek olmadığını mı düşünüyorsun?"

"Değil miyiz?"

Dudak büzerek omuz silkti. Yerini değiştirdi. Cebinden bir paket daha tohum çıkardı. Tohumları kazdığı alana serpti, üzerini kapattı, onları suladı ve bir kenara geçip oturdu. Terleyen alnını elinin tersiyle silerken toprak olmuş ellerini umursamazca üzerine sildi. Başımızın üzerinden bombus tipli bir grup mekanik arı geçti, tüm bu bitkileri tozlaştırma görevini eksiksiz yerine getirmişlerdi. Bütün bu sahtelik, gerçekten bu kadar zahmete değer miydi?

SİMÜLASYONHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin