6

170 53 20
                                    

Poppy havlıyor, kahvaltı alarmı veriyordu ardı ardına. Sinir bozucu alarmı beni uyandırmıştı uyandırmasına ama gözlerimi açmak istemiyordum. Mutfakta tıkırtılar devam etti. Kolumu başımın üzerine dayadım. Poppy'nin havlaması devam etti. "Kes şunu," dedim ardı ardına. Tıka basa ağrıyla doluydum. Ben Mühendis'in arkasından gizli saklı planlar yaparken regl beni gafil avlamıştı. İlk günün iğrenç sancılarıyla kıvranırken yataktan çıkmak istemiyordum ve o beni resmen buraya, kendi dairesine hapsetmişti. Niyetimi anlıyor gibiydi ya da benim aptalca tavırlarımdan seziyor, bilmiyordum ama yine de anladığına hiç şüphem yoktu.

Zorlukla da olsa gözlerimi araladım. Önce bir pus yığınıydı gördüğüm alan, sonra bir şey, tam orada, burnumun ucunda, yastığımın üstünde. O da ne? Gözlerimi ovalayıp yeniden baktım ona. Evet, doğru görüyordum. Orada küçücük, zarif mi zarif bir kır papatyası vardı. Tek bir tane. Dalından yeni kopmuş gibi. Geriye çekildim ve dikkatle baktım ona. Henüz dokunamamıştım. Mühendis hâlâ mutfakta tıkırdıyordu.

"Hey," dedim ona doğru seslenerek. "Benim gördüğümü sen de görüyor musun?"

"Evet," dedi sakince. "Oraya ben koydum."

Koltuğa yaslandım ve titrek parmaklarımla onu elime aldım. Hafifçe dokundum. Burnuma götürüp kokladım. Tamamen gerçekti. "Nasıl olabilir bu?" diye fısıldadım. "Tüm bu metal yığınının arasında, bu nasıl mümkün olabilir?"

Kahvaltı tepsisiyle yanıma geldiğinde "10 milyon puanla tek bir kır papatyası satın alabiliyorsun," dedi.

Karnımı bıçak gibi oyan bu ağrı orada olmamış olsaydı bunun karşılığını kesinlikle bir yumruk olarak alırdı. Papatya avuçlarımın arasında dişlerimi sıkıp bir süre bekledim. Tepsiyi sehpaya bıraktı.

"Hadi ye," dedi gülümseyerek. "Sonra da ilacını içersin."

"Sen gerçekten aklını kaçırmışsın," dedim. "10 milyonu onun için harcadığına inanamıyorum." Doğruca karşıma oturdu.

"Onun için harcamadım," dedi. "Senin için harcadım. Bir buket gülle seni uyandırmadığıma dua edebilirsin, gerçi, bunun için beni durdurabilecek kimse yok. Kendini her şeye hazırla."

"Bu komik değil," dedim. "Gerçekten komik değil. Buraya geldiğim gün beni sertçe duvara yapıştıran Mühendis'i istiyorum ben, ensemden tutup içeriye fırlatan Mühendis'i."

Yüzündeki tebessüm hiç değişmedi.

"Bunun beni mutlu edeceğini mi sandın ya da sevinçle zıplayıp kollarına atlayacağımı mı?"

"Aslında," dedi dudaklarını büzerek. "Böyle hadsiz hayaller kuruyorum arada. Ama bugün için bunu beklemedim. Sadece kendini evinde gibi hissetmeni istedim. Tüm bu metal yığınından çıkıp bir nebze de olsa soluklanmanı. Çünkü ben senin yanındayken kendimi öyle hissediyorum."

Kahretsin. Beni devirmişti. Hem de öyle bir kerede değil. Artıkların sendeleyip, doğrulup, yeniden sendeleyip, yeniden doğrulup bu kahrolasıca sıralamada en sonunda yere yapışmaları gibi yapıştırmıştı beni. Doğruldu, papatyayı yavaşça avucumun içinden aldı ve bir eliyle dağınık saçlarımı düzelttikten sonra onu kulağımın arkasına taktı.

"Şimdi oldu," dedi geriye yaslanıp o muhteşem tebessümü eşliğinde. Bu da son ölümcül darbeydi. Bir böceğe yapıldığı gibi sonunda ezmişti de. Topuklarıyla çiğnemiş, içimde biriken ne varsa dışına çıkarmıştı. Gözyaşlarıma engel olamadım. Böylesi hassas bir günde beni nasıl avlayacağını çok iyi biliyordu.

"Senden nefret ediyorum," dedim elime tutuşturduğu peçeteyle burnumu silerken. "Nefret ediyorum."

"Bana duyduğun her his kabulüm. Yeter ki yanımda ol. Bir köşede gözlerini tavana dikip beni nasıl atlatabileceğinin planlarını yapma."

SİMÜLASYONWhere stories live. Discover now