6*Karanlığa Uyanan Çocuk

357 52 93
                                    

Biraz kısa bir bölüm oldu. Mezun bir yks öğrencisi olduğum için yazmaya ne vakit ne de beyin buluyorum :)

Bu bölümde biraz duygu karmaşası var. Tae ve Jungkook'un ikisinin de karakterlerinin görmediğimiz taraflarını göreceğiz azcık. Umarım iyi anlatabilmişimdir.

İyi okumalar :)

❄️

21.04.08

"Bugün gitmesek olmaz mı?" 

"Ama onları gördüm büyükanne!"

"Dışarıda fırtına var Jungkook! Bu havada karşıya geçmeyi nasıl düşünebilirsin!"

"Ama onlar bizi bekliyorlar! Bu fırtınada nasıl dışarıda kalabilirler? Evleri bile yok." Büyükannesine bağırdığı için pişman olan Jungkook'un sesi sonlara doğru iyice kısılmıştı. Yüzündeki ifade kimsenin kıymayı düşünemeyeceği türdendi. Büyük, siyah gözleri sulanmış, ince dudakları büzülmüştü. Karşısındaki küçük oğlanı saf sevgiyle izleyen kadın ise ne yapacağı konusunda kararsızdı. Onun istediğini yapıp risk mi almalıydı yoksa onu üzüp rahat mı olmalıydı? 

"Hayır Jungkook. Böyle yapmaya devam edersen bir daha gitmeyiz olur biter." dediğinde ikinci seçeneği seçtiğini kanıtlamıştı. Bu yaştan sonra risk almak ona göre değildi. Jungkook ise başını olumlu anlamda sallarken büyükannesi fark etmeden gidip gelmeyi düşünüyordu. Büyükannesinin bunu fark etmemesi ceylan gözlü çocuğun işine gelmişti. 

"O zaman ben içeriye gideyim, sen bana pilav yap. Olur mu büyükanne?"

"Çok çabuk kabullendin?" dedi kadın sorgulayıcı bakışlarını karşısındaki küçük çocuğa göndererek. 

"Ne yapabilirim ki?" dediğinde asık yüzlü olma oyununu iyi oynuyordu çocuk. Büyükannesi onun bu oyununa kanarken tezgaha dönüp çocuğun gitmesine izin verdi. 

"Yavru aslanlar fırtınadan nasıl korunabilir ki?" diye mırıldanarak, sessizce çıktı evden. Büyükannesiyle her gün nehrin karşısına geçer, annesiz kalan yavru aslanları et ile beslerlerdi. Avcılık konusunda iyi olan büyükannesi hem Jungkook'u hem de yavru aslanları beslerken zorlanmıyordu. Nehrin biraz ötesinin şelale olarak büyük bir göle döküldüğü de bir gerçekti. Jungkook'un aklı bunu bir tehlike olarak algılamıyordu. İnsanlar tehlikeli bir durumu atlatmadan onun bir tehlike arz ettiğini fark etmezlerdi. 

Bahçedeki küçük dondurucudan taşıyabileceği kadar küçük bir et poşeti alıp yola koyuldu küçük çocuk. Amacı nehrin kenarındaki kayıklarına binip karşıya geçmekti. Heyecanlıydı biraz da, korktuğunu itiraf edemiyordu kendine. Bu, tek başına yapmaya çalıştığı ilk şeydi. Küçük bir çocuk olduğu gerçeğini reddediyor, büyükannesini bunu tek başına da yapabileceğine inandırmak istiyordu. Büyükannesi onun artık küçük bir çocuk olmadığını, yedi yıldır yaşıyor olduğunu kabullenmeliydi. 

Önce elindeki et poşetini kayığa bıraktı ardından yavaşça kayığın içine girdi. Her zamankinden zor olmuştu kayığa adım atması. Kayık her zamankinden daha fazla sallanıyordu nehrin üstünde. Büyükannesinin sözlerini destekler bir şekilde esen sert rüzgar korkutmamıştı küçük çocuğu. O ne fırtınadan korkardı ne de karanlıktan. Büyükannesi yanında olduğu sürece hiçbir şeyden korkmaz, kendini güvende hissederdi. İşte şimdi de kendini güvende hissettiği o anlardan birindeydi. Evde onun için pilav yapan büyükannesine güveniyordu...

"Bekleyin beni küçük aslanlar. Annem olmadığı için beni büyükannem besliyor, anneniz olmadığı için sizi de ben besleyeceğim." Kürekleri büyükannesinin öğrettiği gibi çevirirken bir yandan da ince gömleğinden içeri sızan rüzgar yüzünden tir tir titriyordu. Biraz ileri, biraz sağa derken kıyıdan epey uzaklaştığının yeni yeni farkına vardığında korkunun tohumları yüreğine serpilmeye başladı. Yaklaştığı yerin karşı kıyı değil de şelale olması ise gözlerinin dolmasına yetmişti. Sıkıca tuttuğu kürekler korktuğu anda ellerinden kayarken ne yapacağını bilmez bir halde giderek daha da yaklaştığı şelaleye doğru döndü. Elleri gözlerini kapattı ve hayattaki tek kurtarıcısına avazı çıktığı kadar bağırdı. 

RUNAWAY •Taekook•Where stories live. Discover now