12*Bozulan anlaşma

168 18 34
                                    

Bu bölüm öyle bir bölüm oldu ki... Çoğu şeyi öğreneceksiniz hatta bölüm sadece soru işaretlerini gidermek için yazılmış gibi. Dikkatli okumazsanız işiniz yaş

Yorumsuz bırakmayın 🥺

İyi okumalarrr 

❄️

13.02.13

(Jungkook 12 yaşında)

Başı önüne eğik biçimde girdi büyük evin bahçesinden Jungkook. Başının önünde olmasının bir sebebi vardı. Verilen işi becerememiş, üstüne bir de dayak yemişti. Kaşından gözüne doğru süzülen kanı eliyle sildi ve ona bu görevi veren adamla bahçenin ortasında karşı karşıya geldi.

"Aferin sana, çabuk halletmişsin." dedi adam elini çocuğun omzuna bastırarak. Jungkook omzunda hissettiği acıyla inlerken eğmiş olduğu başını kaldırıp adamın yüzüne baktı.

"Aslında ben... Ben-"

"Yüzüne ne oldu senin? Dayak mı yedin?"

"Tozları benden zorla aldılar. Başkaları." Adamın kaşları çatıldı. Ortamda bir telefon sesi yükseldi. Jungkook omzuna baskı uygulayan elin geri çekilmesiyle rahat nefes alırken adam kendisine gelen aramayı cevaplamıştı.

"Bir aksilik oldu, yarın getireceğiz malları." dedi adam ve telefonu kapattıktan sonra Jungkook'un hiç beklemediği bir şey yaparak sinirle yere fırlattı. Jungkook'un kalbi korluyla hızlanmaya başladığında ensesinde adamın kocaman elini hissetti. Sonra birden kendini yerde buldu. O kadar sert düşmüştü ki vücudunda oluşan yaraların hepsi teker teker sızlamaya başlamıştı.

"Seni beceriksiz." dedi ve yerde acıdan kıvranan çocuğun karnına sert bir tekme attı adam. Jungkook'un gözleri çektiği acı yüzünden dolarken ağzındaki kan tadı midesini bulandırmaya başlamıştı. Eli kalbinin üstüne gitti. Acı çekerken, henüz hiç görmediği çiçeğini korumaya çalıştı. Çiçekler sadece ruhsal acıdan etkilenirlerdi. Fakat Jungkook onu fiziksel acısından da korumak istedi...

01.09.17

(Jungkook 16 yaşında)

Sol gözünde bastırdığı buz kabıyla çıktı odasından Jungkook. Kendini o kadar halsiz hissediyordu ki bir gün uyandığında ayağa kalkamamaktan korkuyordu. Korktuğu tek şey bu değildi. Vücudundaki yaralar hiç geçmiyordu. Her hafta yenileri ekleniyordu. Her gün daha da fazla acıyordu. Her gün daha da fazla kanıyordu...

"Acaba pes etmiş midir?" dedi kendi kendine. "Umudunu kesmiş midir?"

O beyaz tozları satmaya başladığında henüz on iki yaşındaydı. Beceriksizdi, sürekli hata yapıyordu, sürekli dayak yiyordu. 

Şimdi ise on altı yaşındaydı. Becerikliydi, alışmıştı, hata yapmıyordu. Bir stres topu olmuştu. Okuduğu lisedeki çocuklar onunla oynuyorlardı, mafyalar onunla oynuyorlardı, sokaktaki insanlar onunla oynuyorlardı...

Eskiden bir beceriksizken şimdi bir oyuncak olmuştu. Hangisinin daha kötü olduğuna, hangi yaşında canının daha çok yandığına karar veremiyordu. Belki de henüz canı yanmamıştı. Belki de asıl bundan sonra yanacaktı. Belki bütün bunlar gelecek hayatının bir fragmanıydı... 

Evet öyleydi. Babasının odasının tavanında sallanan ceset bunu kanıtlamıştı. 

Doğduğunda annesini kaybetmiş, sıcaklık hissi dünyasından çıkmıştı. Yedi yaşında büyükannesini kaybetmiş, güven hissine veda etmişti. On altı yaşında ise babasını kaybetmesiyle dinlenebildiği tek yeri, yaşadığı evi kaybetmişti. Fakat hala yapayalnız kalmamıştı. Ruh eşini de onlar gibi kaybetmeyecekti. Ruh eşi onun sabrı ve sevgisiydi. Ruh eşini kaybederse, işte asıl o zaman yapayalnız kalırdı. 

RUNAWAY •Taekook•Där berättelser lever. Upptäck nu