Ayağımdaki terlikler yürürken ahşap zeminde ses çıkarsa da mutfağa girdiğimde Sarah hala ocağın başında uyuyordu. İçeri girdiğimde onu uyandırmak istemedim ama masanın üstünde duran tepsiye uzanırken gözlerini açtı ve beni görünce irkilerek sandalyesinden kalktı.
"Bayan Blake, neden zahmet ettiniz ben getirirdim," dedi yorgun bir sesle. Gözleri de ses tonunda ki yorgunluğu kanıtlarcasına kızarmıştı. Kaç saattir ayakta olduğunu bilmiyordum. Bu zamanda geçmiş zamanlarda olduğu gibi insanlar çalışansa pek önemi yok gibiydi. Gerçi bu benim zamanımda da öyleydi ya şuan felsefe yapacak vaktim yoktu.
"Ben hallederim sen yatmaya gidebilirsin. " Tepsiyi elime aldığımda Sarah'ın bakışlarından itiraz edeceğini anladım. Ama doktorla yalnız kalmam gerekiyordu. Anlatacaklarımı zihnimde bir bir sıralamıştım ve bir an önce konuşmazsam kelimeler benden uzaklaşacakmış gibi hissediyordum.
"Senin dinlenmeye ihtiyacın var. Geri kalanı ben yapacağım Sarah," dedim sert bir sesle. Sarah bir şey yapamayacağını anladığında bir adım gerileyip başını salladı.
Tepsiyi aldığımda sandviçleri gördüm. Yanında çay dolusu demlik, fincan, süt ve şeker vardı. Elim ağır tepsiyi taşırken titriyordu. Bu kadar ağır olacağını tahmin etmemiştim ama düşüremezdim. Blake ile konuşmam gerekecekti. Bir roman karakteri ile konuşmaktan çekinmek mantıklı değildi ama öyle hissediyordum işte. Gaz lambalarının aydınlattığı koridordan geçip gül odasına girdiğimde Blake'in hareketsiz durduğunu gördüm. Başını koltuğa yaslamış uykuya dalmıştı. Hayır, onun uyumasına müsaade edemezdim. Konuşmam gerekenler vardı.
Sonra elimde tepsi yüzünü incelemeye başladım. Saçları dağınık bir halde alnına düşmüş, uykusunda bile çatılmış kaşlarını örtmüştü. Karakteristik burnun gölgesi yorgunluğun izlerini taşıdığı dudaklarına gölge düşürüyordu. Belki de dinlenmesi daha iyi olurdu. Nasıl olsa yarın kahvaltıda konuşabilirdik. Tepsiyi geri götürmek için kapıya doğru döndüm.
"Yemeği getirecek misin yoksa beni aç bırakmaya mı karar verdin?" Henry Blake koltukta doğrulmuş mavi gözleri ile bana bakıyordu. Bir an tepsiyi adama fırlatmak geldi içimden ama bunu yapmak Addie Ruth'un dengesiz tavırlarını doğrulamaktan başka neye yarardı. Ağır adımlarla ilerledim - Hızlı ilerlersem tepsidekileri dökme ihtimalim vardı- Eğilip koltuğun karşısındaki sehpaya tepsiyi bıraktım.
"Çayını nasıl istersin?" diye sormayı akıl ettiğimde izlediğim eski filmler için kendimi tebrik ettim. Burası kurgu bir dünyaydı ama en azından gerçeklikten biraz olsun esinlenen bir yapıdaydı.
"Şekersiz olsun, sütlü." Sesinde bunu bilmem gerektiğine dair bir tını vardı ama umursamadım. Bu karşılaşmada zayıf taraf benimkiydi. Kim olsa bu kadının davranışlarına inanmazdı. En başta ben inanmazdım. İşim gerçekten çok zordu.
Çayı koyduktan sonra geri çekildim ve koltuğa oturdum. Bakışlarım yeniden dans eden alevleri buldu. Bedenim de bir titreme vardı ve midem durmadan kasılıyordu. Dikkatimi ona verdiğimi belli etmeden doktorun yemeğini bitirmesini bekledim. Karnı tokken belki daha fazla konuşkan olurdu. Kim bilir benim isteğimi heyecanla karşılayabilirdi. Ben bu tekliften memnun kalacağına emindim.
Hızlı bir şekilde yemeğini yedikten sonra çayından son bir yudum aldı. Koltuktan kalktığında bakışları benim üzerimdeydi. "Yemek ve eşliğiniz için teşekkür ederim Bayan Addie," dedi alaycı bir gülümseme ile. Ama gitmesine müsaade edemezdim. Bende birden ayağa kalktım.
"Lütfen sizinle konuşmak istiyorum Bay Blake biraz vaktinizi ayırabilir misiniz?" Evet, gayet güzel konuşmuştum. Bana kafası karışmış, kaşları çatık bakarken fazla güzel konuştuğumdan endişelendim. Acaba bu zamandaki insanlar gibi konuşabilmiş miydim? Zaten kötü bir insandım. Birde tuhaf tuhaf konuştuğum için deli damgası yemek istemiyordum. Emindim ki bu romanda bile delilere iyi davranılmıyordu.

YOU ARE READING
Doktorun Karısı
FantasyÖlümü ona bir aile getirdiğinde hangi yolu seçmelidir? Harika bir evliliği, düzenli bir işi, mükemmel olarak adlandırabileceği bir hayatı vardı. Ama bir gün bir kaza bunları ellerinden aldı. Gözlerini açtığında kendini Doktorun Karısı adlı kitapt...