44. Bölüm "Ölüm ve Yaşam Kararını Kim Verebilir?"

13.8K 1.6K 115
                                        

Tek kelime bile edemeden bakakaldım. 

Hayatımda bir kere bile kırmızı gözlere sahip birini görmemiştim ama durup kalmama neden olan sadece o değildi. Karşımdaki adamın düşman askeri olmasıydı. Ne yapmalıydım? Geri dönüp askerlerden birini çağırmam durumunda onu yaşatacaklarını sanmıyordum. Akan kana ve gözlerinin ferinin gitmesine bakarsak fazla zamanı kalmamıştı. Ölüm zaten yanı başında bekliyordu.

"Bu kadar korkmana gerek yok, birini öldürebilecek halde değilim," dedi sanki komik bir şeymiş gibi gülmeye çalıştı ama öksürmeye başlayınca acıyla inledi. Öksürük sırasında yan tarafından daha fazla kan geldi. Sonra kırmızı gözlerini yeniden bana çevirdi. "Miğferi çıkarmanı istersem geyik yavrusu gibi kaçmazsın değil mi?"

Sesi miğferden dolayı boğuk geliyordu. Hala onun hakkında ne yapmam gerektiğine karar verememiştim. Yine de acı çeken bir insanı zor durumda bırakmak istemiyordum. O yüzden kılıcın olduğu tarafa doğru ilerledim. Ölüme yakın olsa da ona güvenmiyordum. Uzanıp kılıcı daha uzağa attım. Bunun sonucunda askerden bir kıkırdama sesi geldi. Daha çok hırıltıda olabilirdi emin değildim. 

"Akıllısın küçük geyik, şimdi miğfer," dedi parmağıyla başını göstererek. Eldivenlerinde bile metal halkalarla örülen zırhlı eldivenlerden vardı. Onu yaralayan bir büyü kan olmalıydı. Yoksa bu kadar sağlam donanmış bir askeri herkes yaralayamazdı. 

Durdum. Kollarımı göğsümde bağladım. "Lütfen."

Asker bir an durdu ve gülmeyle inleme arası bir ses çıkardı. "Ölmek üzere olan bir adamdan kibarlık bekleyemezsin."

Yine de ona bakarken tek bir harekette bulunmadım. O sırada beynim sanki bir makine gibi çalışmaya devam ediyordu. 

Adam derin bir nefes alıp yavaşça verdi. "Lütfen"

Sonunda ilerleyip ona yaklaştım. Çeliğin, kanın, dumanın kokusu burnuma doldu. Miğferi alttan tutup çıkardım. Siyah saçları karma karışık halde ortaya çıktı. Geri çekilip yüzüne baktığımda beyaz teni ve siyah saçlarını ilginç bir şekilde tamamlayan kırmızı gözleriyle hoş bir görüntü oluşturduğunu fark ettim. Yolda karşılaştığımda sıradan biri olsaydı ona yakışıklı bile derdim ama şuan düşmandan başka bir şey değildi. Bu sorunu kısa sürede halletmem gerekiyordu. Henry beni merak etmeden geri dönmeliydim. Başımı çevirip geldiğim yöne baktım. 

"Eğer birini çağırtıp beni öldürmeyi planlıyorsan çok değil birkaç dakika sonra ölürüm. O yüzden bırak öleyim," dedi pes etmişçesine. Yaşamaya dair umudu olmayan bir adamın konuşmasıydı bu.

 Ona bakarken yere çömeldim. Neden buradaydım bilmiyordum. Sadece yanındaydım. "Sanırım biraz kalabilirim," dedim çekinerek. 

Askerin dudağı kenara doğru çekildi. Yandan gülümsemesi bir anda acılı bir ifadeye büründü. "Ne kadar sevindim bilemezsin," dedi kısa keserek. Yüzü biraz daha soldu. "Sanırım sonunda ölümü karşılayabilirim."

"Ölümü bu kadar kolay karşıladığına göre bu savaşa ölmek için katılmışsın," dedim sıktığımın dişlerimin arasından. 

Asker yutkundu ve bir süre nefes alıp verdi. Bir ara öldüğünü düşünüp doğrulmak istedim ama o fısıltılı bir sesle konuşmaya başladı. "Bu savaşa umut için katıldım," dedi zorlayarak. Yüzünde bir gülümseme oluştu. "Halkımızı korumak için tek umudumuz bu savaştı."

Kafam karışmıştı. "Ama bize saldıran sizdiniz."

"Evet bizdik," dedi açıkça seçilen bir öfkeyle. Eğer yaralı olmasaydı bir an sonra kellemi kesecek kadar güçlü görünüyordu. "Ama insanlar ölürken başka bir seçenek yoktu."

Doktorun KarısıWhere stories live. Discover now