15. Bölüm

4.1K 356 151
                                    

Boynunu arkaya doğru gerdiren Thorne Markisi huysuzca homurdandı:

"Daha ne kadar böyle durmam gerekiyor?"

"Bitmek üzere lordum."

"Bir dakika önce de böyle demiştin Hawkins!"

Efendisinin sabırsızlığına alışkın olan Hawkins'in acelesi yoktu; yaptığı işi, mükemmele ulaştırmadan asla bırakmazdı. Bu, her zaman böyle olmuştu.  

Hawkins; Marcus Thorne daha henüz toy bir delikanlıyken bu eve gelmiş ve o zamanlar marki olan Thomas Thorne'a seneler boyu hizmet etmişti. Genç Thorne da delikanlılıktan yetişkinliğe geçtiğinde, adet olduğu üzere özel uşak edinmek yerine çoğunlukla istediği veya ihtiyacı olan şeyleri eskiden olduğu gibi Hawkins'e buyurmuş ve Hawkins, farkına bile varmadan baba ve oğula aynı dönemde hizmet eden belki de Londra'daki tek özel uşak olmuştu. 

Altı sene önce marki ölmüştü ve o zamandan beri de Hawkins'in tek bir efendisi vardı: Marcus Thorne

Marcus Thorne, birçok yönden babasına benzerdi. İşte bu yüzden artık sadece ona hizmet ediyor olmak, Hawkins'in kaygıyla gözünde büyüteceği bir sorun haline gelmemişti. Hatta genç markiyi yıllardır tanıdığı için dilek ve isteklerini çoğunlukla o daha farkına varmadan yerine getirmeyi başararak onun takdirini de kazanmıştı.  

Hawkins'e göre markinin ilk gençliğinde de sonrasında da en olumsuz yanı fazlasıyla sabırsız olmasıydı. Gerçi gençliğinde kanı zaten yeterince deli aktığı için hayata karşı duyduğu heyecan yüzünden sabırsız olmasını, günün bir anını bile kaçırmamak için acele etmesini Hawkins anlayışla karşılardı. Hatta delikanlının bir yerde sabit duramamasına çoğu kez gizli gizli gülerdi. 

Yıllar geçip olgunlaştıkça, elbette Marcus Thorne da biraz sakinleşmişti ama yine de "sabır" erdemleri arasında üst sıralarda asla yer almazdı.  

Evliliğiyle birlikte markinin hayatında birçok şeyin geri dönülemez biçimde değiştiğini en iyi bilen kişi belki de Hawkins'ti. Ona göre en acı olan; marki gibi sıcakkanlı, çoğunlukla uyumlu, bir aristokrattan beklenmeyecek derecede alçakgönüllü olan birinin soğuk, huysuz ve her şeye ve herkese karşı mesafeli birine dönüşmesiydi. Artık sabırsız değildi, daha çok tahammülsüzdü.  

Hawkins, elbette, onun tahammülsüzlüğüne de alışmıştı. Bu yüzden elleri, sarı ve siyah renklerden dokunmuş kumaşı markinin çenesinin altından iki yana doğru gererken hiç titremiyordu. 

Hawkins'in mükemmele ulaşmadan yaptığı işi bırakmayacağını marki de çok iyi bildiği için o geri çekilip de memnuniyetle aydınlanmış suratıyla, "Hazır, lordum. Sanırım yeterince iyi oldu." deyinceye kadar olduğu yerde durmak için kendini olabildiğince zorladı. Sonra sessizce şifonyerin üzerindeki aynaya doğru ilerledi. Başını hafifçe sağa sola çevirerek boyunbağını dikkatle inceledikten sonra, mesafeli bir sesle, "Teşekkür ederim Hawkins." dedi. 

"Beğenmediğiniz bir yanı varsa..."

Markinin elini sabırsızca kaldırması, Hawkins'in susması için yeterli olmuştu. 

Boynunu gösterişli biçimde süsleyen kumaşı incelemeye devam eden marki, "Beğenmeme olasılığımın olmadığını sen de biliyorsun." dedi. "Londra'da senin gibi boyunbağı bağlayabilen  başka özel uşak yok. Birkaç ay evvel Clayborn'un seni sıkıştırdığını ve açık açık sana benden aldığının iki katını teklif ettiğini çok iyi biliyorum."

"Lord Clayborn, sadece nazik olmaya çalışıyordu lordum."

Marki, alaycı bir gülüşle, "İkimiz de Calyborn'un nezaketle işinin olmadığını biliyoruz, öyle değil mi Hawkins?" dedi.

BOŞA GEÇEN YILLARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin