'Bu Koçovalılar...'-2

626 69 79
                                    

İstendi, geldi. Seviliyorsunuz. Yorum bekliyorum.

Biyrooon...


Karakoldan çıktığımız günün ertesi günü, Kurtuluş evinde bariz bir hareketlilik vardı. Sebebini anlayamamıştım. Azer ortada yoktu, Fadik teyze sürekli bir şeyler toparlıyordu ve Yılmaz başını yerden kaldırmıyordu. En sonunda, onlar için çok üzücü bir günün geldiğini anladım. Seyhan Kurtuluş'un ölüm yıl dönümüydü.

Adana'ya gideceklerini anladığımda sesimi çıkartmadım. Bana gelmek isteyip istemediğimi sormadılar, kendim sormayı da ben uygun bulmamıştım. Odadan çıkmıyordum, evdeki kimseye kendimi; amcamı hatırlatmaya niyetim yoktu. Geldiğimden beri böylesine yük hissetmemiştim kendimi. 

Günün ilerleyen saatlerinde, su içmek için odamdan çıktığımda bir ağlama sesi duymamla olduğum yere çakıldım. Ses Azer'in odasından geliyordu, ama bu bir kadının ağlama sesiydi. Tahmin ettiğim şey olmadığını umarak hızla odaya girdiğimde, içeride Fadik Teyze'yi bir bavulun başında ağlarken bulmuştum. Kadıncağız bu kadar şeyi kaldıramıyor olmalıydı, haklıydı da. Biraz kalbi olan hiç kimse böyle acıları kaldıramazdı. Azer'in bavulunu kendim bitirebileceğimi söyleyip, çoğunu zaten o halletmişti, ona ilacını verip odasına yolladım. 

Azer'in bavulunu toplamayı elimden geldiğince geciktiriyordum bu yüzden önce tekrar salona indim. Kenar köşede unutulan şarj aletleri veya başka şeyler buldukça onları ek bir çantaya koyuyordum. Yılmaz odasından çıkmıyordu zaten, belli ki akşam yemeği yenmeyecekti. Mutfağı da ayarladıktan sonra kalan son iş olan Azer'in valizini hazırlamaya gittim. 

Pek de yakın sayılmayacağım bir adamın valizini hazırlamak enteresandı, ama Fadik Teyze'nin devam edecek hali yoktu. Bu yüzden ağır ağır valizi hazırlamaya başladım. Azer'in en çok kullandığını gördüğüm kazakları yerleştirdikten sonra, odasındaki banyoya girip parfümünü ve deodorantını da koydum. Odasına geri girdiğimde, nelere ihtiyacı olabileceğini düşünürken gözüm kitaplığına takıldı. Boynu Bükük Öldüler masanın üzerinde duruyordu. Suratımda buruk bir gülümsemeyle kitaba uzandım ve kapağını okşadım hafifçe. Onu oldukça zor birkaç gün bekliyordu Adana'da. Kendisini nasıl harap edeceğini tahmin edecek kadar tanımıştım Azer Kurtuluş'u. Kitabı da en üste yerleştirdiğimde, arkamdan gelen sesle irkildim.

"Karaca?"

Ağzımdan çıkan şaşkınlık nidasını bastırmak için elimi dudaklarıma götürdüm ve sıçrayarak kapıya döndüm. Azer, dünkü halinden eser kalmamış bir halde kapıydaydı. Üzerinde her zamanki gömleği yerine bir tişört vardı. Biri iki yanından asılmış gibi yakası genişlemişti tişörtün, ayrıca görebildiğim kadarıyla ellerinin üzeri kabuk tutmuştu. Kavgaya girmiş gibi durmuyordu, o yüzden hıncını bir duvardan çıkarttığını düşündüm.

Benim yanıt vermemi beklemeden içeri doğru adımladı. Onunla beraber gelen yoğun duman kokusu odayı doldurdu sonra.

"Sen mi hazırladın valizi?"

Sesi paketlerce sigara içmiş gibi hırıltılı çıkıyordu. 

"Fadik Teyze yapıyordu ama sonra yoruldu. Ben de bitiririm dedim."

Annesinin ağladığını ve fenalaştığını ona söylemeye gerek yoktu. Karşımdaki adam yeterince paramparça duruyordu zaten.

"Sadece birkaç parça kazak, parfüm falan." dedim mırıldanarak. Azer kendini yatağın ucuna bırakıp dirseklerini dizlerine koydu.

"Kitap?"

Bakışlarını geldiğinden beri bavuldan çekmemişti. Sorduğu soruya ne diyeceğimi bilemeden yutkunduğumda en sonunda bana baktı.

AzKar HikayeleriDonde viven las historias. Descúbrelo ahora