15. Konuşmalıyız

162 18 7
                                    

Yarım saat kadar sonra kapım gerçekten çalmaya başladı. Gelenin James olduğunu umut ederek koşar adımlarla kapıyı açmaya gittim. Duyduğum garip kapı tıklamasından sonra yalnız kalamayacak kadar korktuğumdan emin olmuştum. Kafayı yiyordum resmen. Bu yüzden James'i aramış ve onu çağırmıştım.

Kapıyı açtığımda yüzünde endişeli bir ifadeyle bana bakan James ile yüz yüze geldim. Hiçbir şey demeden kollarımı sıkıca ona sardım. Kolları, dünya üzerindeki en güvenli yerdi şu an benim için.

Başımın üstüne bir öpücük kondurduktan sonra geri çekilerek bana baktı. "Sen... sen iyi misin?" diye sordu. "Üzgünüm, bunu sormam gereksizdi. Cevabı zaten biliyorum." dedi ve kapıyı kapatıp benimle içeri geldi.

Kollarımı gövdemde birbirine kenetleyip James gelene kadar etrafta turladım, geldiğinde başımı kaldırıp ona baktım. "Geldiğin için çok teşekkür ederim. Tek başıma bir saniye bile duracağımdan emin değildim." diyerek sessizliği böldüm.

"Teşekkür etmene gerek yok. Senin için çok endişelenmiştim. İş yerimi arayıp bu akşam gelemeyeceğimi söyledim. Seninle kalacağım." dedi James ve koltuğa oturdu.

Ben de yanına oturdum. "Sanki... sanki birileri beni izliyormuş gibi hissediyorum. Başımı nereye çevirsem beni izleyen birileri var." dedim. "Neyin gerçek, neyin hayal olduğunu bile bilmiyorum. Aklım benimle oyunlar oynuyor. Ya beni takip ediyorlarsa?"

"İmkânı yok. Sen artık burada, güvendesin. O insanlar senin nerede yaşadığını bilmiyor. Geçen gün çok uzun bir gece geçirdin. Aklın tabi ki seninle oyunlar oynayacak. Ama sana söz veriyorum, güvendesin. Ve ben senin yanındayım." diye teselli etti beni James.

Tebessüm ettim. "Sadece bu durumla ilgili çok şaşırtıcı değişiklikler var. Yaşananların hiçbirinin olmasını beklemiyordum."

"Bunu kimse beklemiyordu. Ama bak, şimdi iyisin. Polise her şeyi gösterdin. Ve ben iyi olduğundan emin olmak için bu gece seninle kalacağım." dedi James ve elimi tuttu.

"Teşekkür ederim. Seni seviyorum." deyip başımı omzuna yasladım.

...

Günün geri kalanını televizyon izleyerek, sohbet ederek ve sonra da koltukta kestirerek geçirdik. Uyandığımızda saat 6 falandı. Bu yüzden ikimiz için yiyecek bir şeyler pişirmeye karar verdim. Hızlı ve basit bir tarife uyarak kızarmış tavuk ve yanına sebze hazırlamıştım. Koltukta yan yana oturup yemeğimizi yerken televizyonda komik bir film oynuyordu.

"İki dakika lavaboya gidiyorum." Tabağımı önümüzdeki kahve masasına bırakıp ayaklandım ve koridorun sonundaki lavaboya ilerlemeye başladım.

Işığı yakıp aynada kendime baktım. Gözlerimin altındaki mor halkalar artık çok daha belirgindi ve bir facia gibi görünüyordum.

Kendimle gurur duymalıydım... değil mi? Demek istediğim, kendimi bu işe tamamen adamıştım ve dosyayı çözmek için çok uğraşmıştım. Ve çözmüştüm. Başından beri haklıydım. Polis memurları bile beni kahraman olarak görüyordu. Mutluydum. Eski patronumu haksız çıkarmıştım, bütün kanıtlarımı sunmuştum ve hepsinden de önemlisi, o cehennemden canlı çıkabilmiştim.

Ama midemde beni rahatsız eden hissi de görmezden gelemiyordum. Bunun tam olarak ne tür bir his olduğunu da açıklayamıyordum.

"Angel? Orada her şey yolunda mı?"

Düşüncelerim, James'in usulca kapıyı tıklatmasıyla yarıda kesildi.

"Evet... iyiyim. Elimi yüzümü yıkıyorum." diye cevap verdim, musluğu açıp ellerimi yıkadım ve dışarı çıktım.

RUBY'NİN GÜNLÜĞÜ 3: GÜNLÜĞÜN ARAŞTIRILMASI ➵ TÜRKÇE ÇEVİRİ (+18)Where stories live. Discover now