- her şeye rağmen yine senin omzunda.

145 32 57
                                    

han jisung

ertesi sabah minho kokulu yatağın üzerinde gözlerimi açtığımda, ne kadar iyi uyuduğumu farkettim. bu kokuyla sonsuza kadar kalmak için tekrar kapattım gözlerimi, saatin kaç olduğunu bilmesem de, sadece minho'nun kokusuyla uyumak istiyordum.

ancak, tabii ki sabahın köründe minho'nun annesi beni ve minho'yu harika bir kahvaltıya çağırdı ve biz de inmek zorunda kaldık.

yemek boyunca bayan lee annemler ve benim hakkımda uzun bir konuşma yaptı. tüm yemek boyunca ailem hakkında konuştuk, ne kadar güzel bir sohbet olsa da minho'nun ailem hakkında en ufak detayı biliyor olması beni utandırmıştı.

gün klasik olarak minho'nun dizi izlemesi ve benim de onu izlemem, arada dedikodu yapmamız ile geçti. bir ara minho balkona çıkıp sigara içti, sigara içerken de lucas'la konuştu.

konuşmalarıyla iç içe olduğumdan dolayı ne konuştuklarını rahatça duyabiliyordum, en azından minho'nun dediği şeylerden, minho'nun onunla konuşurken ne kadar güldüğünü farkettim. bunun üzerine de ara verdiğimiz diziyi bırakıp minho'nun odasına geçtim. flörtü olan ve bana hiç benzemeyen çocukla konuşmasını dinleyecek gram gücüm yoktu, yemin ederim yoktu. zaten özgürce sevemediğim çocuğu bir de başkasıyla özgür oluşunu dinleyemezdim.

birkaç dakika sonra minho'nun yatağına oturmuş, saçma salak bir şekilde arkadaşlarımla konuşuyordum. gelmesini bekledim, nerede olduğumu sormasını bekledim ancak son yarım saat boyunca hiçbir adım gelmedi. boşa kaldığımı düşündüm bu evde, ki bana kalsa gelmezdim ancak minho beni çağırmasına rağmen flörtüyle ilgileniyordu.

bozuk sinirlerimle derin nefes verirken, aynı zamanlamayla minho girdi içeriye. yüzünde bir endişe, bana kızacak gibiydi. "neredesin sen ya?"

"flörtünle seni yalnız bırakmak istedim." dedim yüzüne bakmayıp telefonuma bakmaya devam ederken.

tabii, minho beni tanıdığından buna sinirlendiğimi anlamış, yanıma oturmuştu. "kusura bakma, pek salmadı beni."

"hmhm," dedim telefona bakmaya devam ederken. "ramen yapsam affeder misin beni?"

canını yakmak istemedim o an, bu yüzden onun benim ona olan hislerimi bilmediğinden dolayı kızma hakkım olmadığını düşünüp  sahte bir gülüş takıp mevzuyu uzatmadım ve heyecanlı gibi davrandım. "tamam, yap bana."

minho da gülümseyerek kalktı, mutfağa ilk gelen ben olduktan sonra rahatça sandalyeye oturdum ve ramen kutularını çıkartışını izledim.

"boks maçlarım hakkında falan konuştuk," diye ilk adımı attı.

"hm, ne diyor?" diye sordum sanki ilgileniyormuş gibi. minho bu konuyla ilgilenmediğimi duysa çok kırılırdı bana biliyorum, ancak yine de kendime bunu yapamazdım ki. sevdiğin çocuğun sevdiğini anlatışını kimse ilgiyle dinlemezdi. benim gibi kendine ne eksik olduğunu anlamaya çalışması dışında.

"bana da öğretsene diyor," dedi suyu ısıtırken. bana döndükten sonra kalçasını tezgaha dayadı ve fikrimi bekledi. tıslayarak güldüm.

"aynen, vurursun çocuğa bir tane seni seviyorum diye."

dediğime yarım yamalak güldü ancak çabuk düştü yüzü. "bilmiyorum yine de." dedi derin nefes verirken.

"ne demek bilmiyorum?"

"ya bilirsin işte, çıkmam gereken kişinin o olduğunu düşünmüyorum." diye çabuk bir itiraf geldi ondan. birkaç saniye kalıp düşündüm. içimden, ben diye çığlık atan hislerimi durdurup boğazımı temizledim.

hide and seekWhere stories live. Discover now