- keşke hiç keşkelerde kalmasa.

114 26 53
                                    

han jisung

birkaç saat oldu okuldan geleli. gecenin bir yarısı odamda yatmış telefona bakıp yongbok'la konuşuyordum.

yorucu bir gündü, minho'yla tüm sınavlarımız tam bugün bitmişti ve bi' rahatlık vardı üstümüzde artık.

ancak bugün minho bir garipti, anlayamadığım bakışları tüm gün boyunca üzerimde dolaşmıştı. lucas yanına gelince ona soğuk yapmış, camın kenarında yongbok'la sohbet eden beni izlemeye devam etmişti. ne oluyor diye soramadım, kendimde bu hakkı görmedim. umutlanmamaya da çalıştım çok. çünkü o gözlerini bana değdirdiği her anda ben umutlanmayı bırakın, belinden tutup doya doya ona sarılmak istiyordum.

tüm bu şeylere karşılık derin nefes verdim ve yongbok'un mesajına cevap verdim sadece.

yongbok
ne demek ayrilmislar ya favori ciftimdiler :(

jisung
aşırı üzüldüm ben de ya
tatlılardı

yongbok
neyse birlesirler artik
yeni sarki cikartirlar olur biter

uygulamaya geri dönüp videoları izlemeye devam ederken, kapım tıklandı. gecenin bu vaktinde kim olacağını düşünmeme vakit bile kalmadan beden karanlık odaya girdi. silüetinden minho olduğunu anladığımda telefonun ekranını kapatıp ona döndüm.

"min?"

"jisung.." dedi minho sesi endişeliyken. sesinin neden böyle çıktığı hakkında hiçbir fikrim yokken kendimi tutamadım, "yaksana ışığı."

karanlıktan korkmasına rağmen eşyalara dokuna dokuna yatağıma kadar ulaştı. "minho, yaksana ışığı deli misin?" onun için endişelenip tam gece lambamı yakacakken sweatimden tutup durdurdu beni. "korkuyorum ama şu an karanlıktan değil."

kaşlarımı çattım. belli belirsiz gözüken silüetini seçmeye çalışırken gözlerim, minho'nun parlayan gözlerinde durdu. "galiba karanlıktan da korkmaya başladım.." dedi pes edip.

bu haline kıkırdayıp gece lambasını açtım hemen. yüzünde endişeli bir ifade, dokunsam kırılacakmış gibi küçülmüş bir beden. üstümde de benim sweatim var, onlarda kalmış galiba.

"n'oldu?" dedim endişeli sesimi kısmaya çalışırken. annemler uyuduğu için ekstra gerginken evin dışındaki saksıdan aldığı anahtarı komodinime koydu. "minho, anahtarı boşver. anlatacak mısın ya?"

minho sweatimin kollarını çekiştirip öksürdü. "hide and seek'i hatırlıyorsun ya..." dedi utana sıkıla. "hm?"

"kaybettim galiba onu ben."

ürkek çıkan sesiyle eşdeğer gözleriyle bakmaya başladı gözlerime. ellerimi ellerinin içine aldı ve her an ağlayabilirmiş gibi konuştu. "özür dilerim, özür dilerim! bulacağım ama, tamam mı?"

bunca yıldır kitaplığından çıkartmadığı ve başkası isteyince bile vermeyi reddettiği kitabın öyle durup dururken ortadan kaybolması garip geldi bana. çünkü minho her zaman bir emanete veya verdiği bir söze layık birisi olmuştu ve biliyordum bunu.

"dur, dur..." dedim sakin olmasını isteyerek. ne kadar canım sıkılsa da bu duruma, yansıtmamaya çalıştım. "annen falan yanlışlıkla atmış olmasın?"

"yok-" diyecek oldu ki durdu. "galiba, olabilir." dedi gözlerini gözlerimden çekerken.

aklım bu duruma fena takılmıştı çünkü kesinlikle beklediğim bir durum değildi. ama madem evinden dışarı çıkartmıyorsa, eminim ki bulunabilirdi. kendimi ancak böyle avutabilirdim o an.

hide and seekWo Geschichten leben. Entdecke jetzt