1.1

217 17 11
                                    

Arkadaşlarım, 6 saat yanımda durduktan sonra 'hasta ziyareti kısa olur' diye dalga geçip defolup gitmişlerdi. Fatih çıkarken,
'çen büyüdün de asker olup yaralandın mıııı.' diye söylenip durdu.

Binbaşı, durmadan telefonla görüşüyordu. Saatlerdir ona tek kelime etmemiştim. Hem neden yanımda durduğunu anlayamadım. Abim vardı, yetmez miydi? Ama yanlış anlamaması için hiçbirşey söylemedim.

Abim içeriye bir garson misali, üç tane tepsi ile geldi.
"Yemek getirdim, zıkkımlanın." diye emrettikten sonra tepsiyi önüme koydu. Abime dönüp 'bu kiminle konuşuyor kaç saattir?' gibisinden kaş göz işareti yaptım. Arkasını döndü, sonra bana baktı.
"Boşver." fısıldadı.

Göz devirdikten sonra yemeğimi 'zıkkımlanmaya' başladım. Pilavı kaşıklarken sonunda binbaşı telefonunu kapatabildi. Abim,
"Sonunda be abicim. Aramıza döndün!"

Komutan, birşey söylemeden tepsiyle bakıştı. Abim tekrar,
"Ye." diye emretti. Komutan göz devirip tebessüm ederken,
"Peki, anne." dedi. Güldüm. O da güldü.

Sahi, anne demişken. Annesi iyi olmuş muydu acaba?

"Komutanım?"

Komutan ağzı dolu şekilde bana baktı. Bir sincaba benziyor.
"Hı?"

"Anneniz nasıl oldu. Umarım iyidir."

Komutan bana baktı ve güldü.
"Alçın, iyi misin?"

Abim atladı,
"Neden ki?" ona hak verircesine kafamı salladım.
Neden ki?

"O şerefsizler, kafana birşey yapmadılar değil mi? Yoksa sen mi balık hafızalısın?"

Doğru ya! Daha önce annesinin nasıl olduğunu sormuştum...

Sonra benim bön bön baktığımı görünce konuştu,
"Kaçırılmadan önceki akşam sormuştun Alçın..." dedi ve derin bir nefes aldı.

"Ayy. Hatırladım, özür dilerim."

"Sorun değil." dedi ve gülümsedi. Sonra o konuşmayı hatırladım.

...

"Komutanım."

"Söyle, Alçın. Söyle."

"Ben annenizi çok merak ettim. Şuan durumu nasıl?"

"Çok şükür uyandı." sadece bekledi. Bende bekledim.

Baktım başka birşey söylemiyor,
"Çok şükür. Neyse ben izninizle gideyim." dedim elimle çocukları işaret ederek.

...

Düşüncelerimin boğuk sesini abimin sesi bastırdı.
"Gençler benim nöbetim var, askeriyeye gidiyorum."
Komutanların ikisinde ayağa kalktı. Hastane odasının kapısında öylece durdular. Abim çıkmadan Çağatay'a birşeyler fısıldadı. Binbaşı, onu onaylarcasına başını usulca salladı ve birkaç kelime etti. Daha sonra abim odadan çıktı. Binbaşı, başucumdaki koltuğa oturarak telefonunu aldı.

Bende sıkılınca abimin okumam için getirdiği, diğer başucumdaki komidinde su şişesinin yanında öylece duran Uçurtmayı Vurmasınlar isimli ince, koyu mavi kitaba uzandım. Fakat Binbaşının oturduğu tarafa dönük olduğum ve aman aman hareket edemediğim için sadece elimi komidinin üzerine koyarak elimle kitabı aramaya başladım.

Boş çabalarımın ardından komutan, ne yapmak istediğimi anlamış olmalı ki, oturduğu yerden kalkmadan kitaba uzandı. O uzanırken, kafamı tavana çevirdim ve bu hareketimle siyah bol tişörtü yüzümü kaplamıştı.
Ormansı kokusunu içime çektim. Ne yani nefes almasa mıydım?!

Eğer böyle bir kokusunun olduğunu bilseydim, daha önceden milyon kez bıçaklanır, hastaneye kaldırılıp kitaba uzanmaya çalışırdım. YEMİN EDERİM!

Binbaşı, geri çekildiğinde beni yanlış anlamış olduğunu fark ettim. Elinde bir bardak su vardı. Hayır. Onun yanındaki kitabı istiyordum...

Sesimi çıkarmadım. Elini, başımın altına koydu ve kafamı hafifçe su içmem için kaldırdı. Bardaktan birkaç yudum aldıktan sonra burnundan sesli bir nefes verdi ve,
"Alçın." dedi.

Gözlerimi tavandan çekip ona doğru dönmeye çalıştım.
"Efendim, komutanım?"

"Komutanım deme."
.
.
.

Ay noluyo noluyo?!

Kısa bir bölüm oldu ve çoookk geç geldi üzgünüm.

Bu hafta herkes için tatil olsa da benim gibi sınav öğrencisi olan bazı kişilere pek 'tatil' sayılmazdı. Bu yüzden bölümüm kısa ve geç geldi.

Oy ve yorum yapmayı unutmayın :")

BİNBAŞI'M Where stories live. Discover now