3🔱

181 22 4
                                    

Andrei, ne zamandır kendinde değildi anlamamıştı. Ama kendine geldiğinde boş boş ağrılı bir şekilde yatağın dibine oturduğunu gördü. Sahip olduğu bu odanın içi de aynı onun ağlayan kalbi gibi donuk ve renksiz, gri görünüyordu.

Yatağın karşısındaki aynaya baktı ve hayal kırıklığıyla başını salladı. Asher'ın peşinden koşmuştu, sonra... Sonrası yok, kendini kaybetmişti ve bu onun gitmesine, uzaklaşmasına olanak sağlamıştı. 

"Ne yapacağım şimdi?" Asher'ın öylece gidişinin etkisinden sonra, gözlerini tekrardan aynaya çevirdi, çukur gözlerini ve stresten içeriye doğru çökmüş yanaklarını inceledi.

Sonra gözleri yerdeki bıçağa kaydı. Üstünde kurumuş kan lekeleri vardı. Bu ona sevdiği kişi için yaptığı her şeye rağmen, yine de sevilmediğini, hiçbir zaman da sevilmeyeceğini hatırlatıyordu.

"Bilmiyorum. Ne yapacağımı bilmiyorum." aynaya daha dikkatli baktı. Ölümün eşiğinde olan donmuş bir beyaz gibi hissetti.

Kalbindeki duygu pırıltıları her terk edilişle, her başarısızlıkla, her kalp kırıklığıyla pul pul döküldü. 

Asher, Andrei'nin duygularını incitmek için okyanusa bir taş attı. Evet, o taşı atmak kolaydı ama o taşın ne kadar derine indiğini biliyor muydu? Hiç sanmıyordu.

Adam acıyla gülümsedi. Evin içinde ölüm sessizliği vardı ve tek duyulan ses duvardaki saatin belli belirsiz tik taklarıydı. 

Ardından çalan telefonun sesi duyuldu. Andrei isteksizce zamansız çalan telefonu cebinden çıkardı ve arayan kişiye baktı. Leonard'dı.  Eğer açmazsa biliyordu ki aramalara devam edecekti. Bu yüzden ilk seferde açmayı mantıklı buldu.

"Ne var?" dedi sesi oldukça cansız çıkarken.

"Ne demek ne var a*ına koyayım? 2 gündür seni arıyorum ve şimdi bana, ne var mı diyorsun!?"

Leonardın dedikleri ile afalladı. 2 gün mü demişti o? Hatırlamaya çalıştı. Ne zamandır bu halde olduğunu anlamaya... Fakat her hatırlama çabası ona dayanılmaz bir baş ağrısı olarak geri dönüyordu.

Andrei, telefondan kendisine bağıran adamın sesiyle transtan çıkmış gibi bir anda dikkat kesildi. "Neyse, sonunda açtın ya ona bakalım.  İş için seni istediklerini söylemiştim unuttun mu? Will de gelecek hatta." Leonard'ın sesi Andrei'ye nazaran daha canlıydı. "Demeyi unuttum, hatta senin eve gelecekti bugün. Oradan beraber gelirsiniz artık." diyeceklerini diyen Leonard telefonu sanki acele işi varmış gibi direkt kapattı. 

Andrei ise umursamaz bir tavırla telefonu kenara fırlattı ve hiçbir şey düşünmemek için bakışlarını tekrardan aynaya yöneltti. Yaklaşık bir yarım saat kadar da öylece durdu. 2 gün diye geçirdi içinden...
Nasıl bu kadar zaman geçebilirdi ve bunu farkına varmazdı?

Bu sorulara bir cevap arıyordu. Ta ki çalan kapıya kadar. Kalkmak istedi lakin o gücü kendinde bulamadı. Halsizdi, kolunu kaldıracak hali yoktu.

Bunun üzerine ikinci bir kapı çalma sesi duyuldu. Ardından dışarıdaki kişinin sesi geldi. "Andrei?" evde olduğunu sorgulayan bir tınıyla adı söylenmişti.

'Will' diye geçirdi içinden. Her şeye rağmen kalkması gerektiğini bilen Andrei olduğu yerden doğrulup zorlukla da olsa kapıda kendisini bekleyen Will'e yöneldi.

Kapı kulpundan tutup oldukça cansız bir hareketle kapıyı açan Andrei, şu zamana kadar her zaman yanında olup kendisini büyüten adama sıkıca sarıldı. Hıçkırıkları arasında diyebildiği tek şey ise, "O gitti." olmuştu.

Gözleri kararıyordu. Sanki iki gündür hiç uyumamış gibi Will'e umutsuzca sarıldığı anda üstüne doğru yığıldı.

Bayılmadan önce anımsadığı son şeyse yeri boylamadan önce Will'in, Andrei'yi düşmemesi için kollarının arasında sıkıca tutmuş olmasıydı ve huzur veren bir ses tonu ile sitem edişiydi.

"Bu beyaz gömleği henüz giymiştim..." dedi üstüne hafifçe bulaşan kan lekelerine itafen.

Sen Daima Bendesin ||TAMAMLANDI||Where stories live. Discover now