[2. Bölüm] Dolmuş

413 188 98
                                    

     Koray ve çocuğun dolmuşa atlamasıyla kapılar kapandı ve şoför direksiyonu sertçe kırarak bir U dönüşü attı. Akabinde hızlanarak sokak lambalarıyla aydınlatılan dar yolda dümdüz ilerledi.

     Koray "Çocuk yaralı, bir el atın!" diyerek yanındaki genci dolmuşun mavi koltuklarından birine oturttu. Beyaz gömlekli, kahverengi gözlüklü genç bir kadın hemen oturduğu yerden fırlayıp Koray'ın yanına geldi. "Ben hemşireyim." sesi titriyordu. Zavallı kadının çok korktuğu belliydi.

     Genç, "Evimden dışarı koşarak çıktığımda bir adama çarpıp yere düştüm ve ayağımı yaraladım, çok kötü acıyor." deyince de hemşire olduğunu belirten kadın hemen çocuğun pantolonunun bir paçasını katladı ve yaraya bir göz attı. "Kanıyor, bir bez lazım!"

     Çocuğun hemen arkasında oturan göbekli, mavi tişörtlü tombul ihtiyar üzerindeki tişörtü çıkarıp hemşireye uzattı. "Al bunu kullan."

     Çocuğun yarasına bakılıyorken Koray, başının tekrar döndüğünü fark etti. Elleriyle başını tuttuğunda koltuklardan birine oturan bir adam hemen ayağa kalkıp "İyi misin kardeşim?" deyince de Koray elini salladı. "İyiyim, ben iyiyim. Çok fazla içtim."

     "Geç otur, durma ayakta." eliyle koltuğu işaret ettiğinde de Koray itiraz etmedi, kendini koltuğa attı.

     Arkalardan siyah kapüşonlu, bir kolu sarılı, uzun dalgalı saçlarını salmış yakışıklı bir yirmilerinde genç öne doğru seslendi; "Kaptan, arkalarda daha boş yer var abi hiç utanma, sokak torbacılarını da al istersen! Minibüs Nuh'un gemisi oldu amına koyayım!"

     Sakallı şoför sinirlenip gözlerini yoldan hiç ayırmadan arkaya sert bir sesle tepki verdi; "Hoşuna gitmiyorsa in, başka bir minibüs alır belki seni!"

     Minibüs ileriden bir köşeyi döndüğünde yolu kapatmış iki polis arabasıyla karşılaştı. Dolmuşun camlarından içeri mavi kırmızı ışıklar girince Koray başını kaldırıp dışarı baktı. Dört polis memuru telaş içerisinde, ellerinde tabancalarla yoldakileri yönlendiriyordu. Daha sonrasında da ilerideki araba trafiğinin arasından onlarca hastalıklı insan, koşar adımlarla polislerin üzerine doğru yürümeye başladı. Memurlar saniyeler içerisinde tepki göstererek üzerlerine gelen kalabalığa ateş açtı ve tüm sokak bir anda silah sesleriyle doldu.

     Minibüsün içerisindekiler korku içerisindeydi. Kimisi başını eğiyor, kimisiyse kendini koltukların arasındaki zemine atmış, cenin pozisyonunda ağlıyordu. Koray inanamayan gözlerle dehşeti seyrederken şoför, fazla oyalanamayıp hemen yolu değiştirdi ve oradan uzaklaştı. Minibüs bir süre sonra bir otoyola çıkmıştı.

     Ayakta duran uzun boylu, sinekkaydı tıraşlı, dağınık saçlarıyla otuzlu yaşlarında geniş vücutlu bir adam, kalın bir sesle "Delikanlı haklı, daha fazla kişiyi alamayız şoför. Vaktimiz daralıyor, şehir karantinaya alınmadan önce basıp gidelim!"

     Şoför daha fazla itiraz edemezdi, yardımseverlik de bir yere kadar olabilirdi. Süratle otoyolda ilerliyordu. Beyaz gömlekli, kahverengi gözlüklü genç hemşire, titreyen sesiyle "Allah'ım, kâbus görüyorum sanki. Ne oluyor böyle..." dedi.

     Hemen arkasındaki göbekli, atletle oturan tombul ihtiyar da "Sen bize yardımcı ol ya Rabbi, bizi dışarıdaki iblisten kurtar..." diyerek bazı dualar fısıldamaya başladı. Sürekli yaşlı sesiyle tövbeler ediyor, dolan gözlerini elleriyle siliyordu.

     Hemşire, gencin yarasını iyice sarmıştı. Ayağa kalkıp bir direğe tutundu. Kumral kısa saçlı genç çocuk acıyla dişlerini sıkıyordu. Bakışlarını yola çevirdiğinde hemen uyarmak için şoföre seslendi; "Abi, sakin bu yoldan gitme! Az ilerideki çataldan çıkıp mahalle arasından git."

Kan Şarabı (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now