2.

266 21 55
                                    

Aşağı indiğim de ilk Jisoo'yu kontrol ettim. 15 dakika önce yattığı yerde duruyordu. Hiç bir hareketlenme göstermemesi yorulduğunu ve sabaha kadar uyuyacağını gösteriyordu. Deri ceketi omuzlarımdan geçirirken evden çıktım ve garajıma ilerledim. Büyük garajda ilerlerken gri bir rang, siyah masarati ve pembe simli bir porche geride bıraktım ve aşağıya inen rampaya ulaştım.

"İşte benim bebeğim." Diye mırıldandım yanına yaklaşırken. Garajımdaki tek motor; Kawasaki. Parmaklarım frene dokundu."Uzun zaman oldu."

Tek hamleyle motora bindim. Çalıştırdım ve bir kaç saniye önce indiğim rampadan çıkmadan önce motor gürültüsü kulaklarımı doldurdu. Garajın çıkışına sürerken gülümsedim. Yıllar önce bu bebeği son kez çalıştırdığımı düşündüğümde umarım bu son olur demiştim. Gaza biraz daha yüklenirken yüzümden gülümseme silindi."Umarım bu son olur."

◇◇◇

Motoru ıssız bir sokağa bırakıp yürümeye başladım. Güneş doğmak üzereydi. Hava soğuktu. Ceketin fermuarını boğazıma kadar çektim. Sokaklar tanıdık ve boştu. Yürümeye devam ettim.

Gelen paketi yanıma almamıştım. Bunun hesabını sormak için paketin yanımda olmasına gerek yoktu. Notu gördükten sonra kutunun içindekilerine de bakmama gerek yoktu. 100 metre ilerideki sarı binaya baktım. O canlı sarıdan geriye kirli bir sarı kalmıştı. Diğer taraflardan içeri sessizce giremezdim ama sarı bina her zaman güvenliydi. Adımlarımı hızlandırdım.

Yorulmuştum. Uykudan uzaktım hala ama bedenim yorulmuştu. Sadece öfke beni ayakta tutuyordu. Sarı binanın girişine ilerledim. Binaya girmek yerine arka bahçeye geçtim. Cebimden çıkardığım eldivenleri giyerken tel örgülere doğru yürüyordum.

"Sikeyim yaptıkları işi." Diye mırıldandım ve parmaklarımı tele geçirdim. Kendimi yukarı çekerken ayağımı koyacak bir yer buldum. Biraz daha yukarı çıktım, biraz daha. Dikenlerin üzerinden atlayıp yere attım kendimi. Yerde hızla yuvarlanıp ayağa kalktım. Eh düşmeden önce nasıl kalkacağını bilmen gerekiyordu.

Etrafa baktım. Ağaçlar dışında bir şey yoktu. Yürümeye başladım.  Büyük binayı görene kadar yürüdüm. Sonunda durduğumda derin bir nefes aldım. Ayaklarım uyuştu, ellerim o kadar titredi ki eldivenleri çıkarıp cebime geri tıktım. Maskemi düzelttim. Gitmek istemiyordum. Ama hayatıma, tercihlerime yapılan bu saygısızlığın hesabını sormam gerekiyordu. Bu yüzden hızlandım çünkü savsak adımlarla gittiğim her saniye geri dönüp koşmak istiyordum.

Binaya girdiğimde içeride hasta kabuldeki kadın bana baktı. Onu umursamadan merdivenlere yöneldim ve en üst kata çıkana kadar durmadım. En üst kata geldiğimde demir parmaklıklarla kapalı yere gittim. Cebimden çıkardığım iki telle kilide doğru eğildim.

Kilit açmayı çok küçükken öğrenmiştim. Basit ve eğlenceliydi. Sanki bir bulmacaydı. Kilitten gelen tık sesiyle çözmüş oluyordun. Aynı şimdi ki gibi. Açılan kilidi çıkardım ve hızla içeri girdim.

Kimse yoktu.
O yoktu.
O zaman kimdi ?

Adımlarımı dışarı yönelttim ve geldiğim yönden aşağı indim. Aklıma gelen isim olmasını istediğim kişi değildi. Hasta kabuldeki kadına ilerledim.

"Güvenliği çağırdım." Dedi korkak bir sesle. Bu saatte burada olmam onu telaşlandırmış olmalıydı.

"Merak etmeyin problem yaratmaya gelmedim. Burada yatan bir hastanın vasisiyim. Onu görebilir miyim ?" Dediğimde kadın hala endişeyle bana bakıyordu. "Onu rüyamda gördüm. Kötü bir rüyaydı ve endişelendim. Onu görmeden rahat etmeyeceğim. Sadece beş dakika."

My ghostWhere stories live. Discover now