1.BÖLÜM: KUTU

261 10 44
                                    

Siyah gül.

Pek aydınlık, güzel bir anlamı olmayan bitki. Genelde, ölümü ve gelecekte gelen bir radikal kararı simgeler. Aynı zamanda bu bitki, eski alışkanlıkların bitip yeni umutların yeni alışkanlıkların var olmasına işarettir.

Bölüm Şarkısı: Emre Fel-Öleceksek Ölürüz

__________________________

Hüsran.

Hayatı genelde bir oyun olarak gören ve bundan zevk almaya çalışan biri için hüsranla karşı karşıya gelmek zordu. Hüsranın yarattığı yıkımların sonunda en başından, yeniden niyetlenebilmek daha zordu.

Ve şu an beynimin, bedenimin her bir hücresinde hüsran vardı.

Bu dava için çok çalışmıştım. O adamı kendi ellerimle cezalandıracaktım! Kendi ellerimle onu dört duvarın arasına hapsedecektim. Ülkenin adaleti onu içeri tıkacak, içerinin adaleti onu mezara sokacaktı.

Ama yapamadım.

Birileri yüzünden. 

Ve kim olduğunu bilmediğim birileri yüzünden.

Hızlıca arabayı sürmeye devam ederken, bir elimde not kağıtı vardı ve gözüm sürekli oraya gidiyordu. O adamın kim olduğunu öğrenmeliydim. Eve gelmeme çok az kalmıştı. Yakın arkadaşım, aynı zamanda iş arkadaşım olan Simay'ı ve Haluk'u bize çağırmıştım. Konuşmamız ve bu işi çözmemiz gerekiyordu. Üstelik birkaç çalışan arkadaşım daha gelecekti.

Bizim evde genelde babam olurdu, o da zaten erkenden yatar çok fazla her şeye karışmazdı. Bazı geceler de arkadaşlarıyla dışarı çıkardı. Benim rahat çalışabilmem adına, bahçede küçük bir kış bahçesi yaptırmıştı. Orayı toplantılar için ya da yalnız kalıp araştırma yapmak için kullanıyordum.

Son derece korumalı ve şehirden biraz uzak evimin önüne geldiğimde, kapıyı açması için güvenliği bekledim. Sürgülü kapı yavaş yavaş hareket ederken, sabırsızlıktan ölüyordum.

Çok geçmeden, içeri girip arabayı park ettim ve eve doğru yol aldım. Kapıyı çalar çalmaz, evin hizmetlisi Nevin Teyze kapıyı açmıştı. Ona samimi bir gülümseme attıktan sonra hemen salona geçtim.

Babam oradaydı, kanepeye uzanmış maç izliyordu. "Hoş bulduk." dedim, biraz somurtarak. Ardından, diğer kanepeye kendimi attım.

Babam, yaşlı bir adam değildi. Oldukça genç, parasını nerelere kullanması gerektiğini iyi bilen ve adaletli biriydi. "Hoş geldiniz küçük hanım." dedi ve televizyondaki filmi durdurup bana döndü. Sorgulayıcı gözleri, kahverengi gözlerimi bulduğunda omuz silktim. "Vermediler mi sana davayı?"

Gülümsedim. Hemen her şeyi anlayabilmesi, çok garipti. "Vermediler."

"Sen neden almadın?" dedi ve doğruldu. "Onlar vermediyse sen almalıydın."

Avcumda tuttuğum not kağıdını ona göstermek mantıklı mıydı, bilmiyorum. O yüzden şimdilik bunun için erken olduğunu fark etmiştim.

Kapı zilinin çalması ve babamdan gözlerimi ayırışım ani olmuştu. Zaten dediklerine karşı diyecek bir şeyim de yoktu. Her önüne gelen savcıya istediği davayı vermedikleri gibi bana da vermemişlerdi. Fakat bu asla kaderin oyunu değildi. Adam resmen telefonumu çalmıştı. O telefonda daha neler vardı! Umarım galeriye girmemiştir, şakaydı.

"Ender ağabey, nasılsın?" dedi Simay, girişte belirdiğinde. Babam ayağa kalkıp Simay ve Haluk'a selam verdikten sonra ufak bir konuşma yapmışlardı. Hayat hakkında ve tabii ki benim hakkımda. Onları oradan hemen kurtarıp, kış bahçesine geçmek için hareketlendim.

VAKURHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin