ON SEKİZİNCİ BÖLÜM

6.2K 864 198
                                    

Dük Winchester elindeki mektupla hızla odasına gitti. Kapıyı kapatıp masasına geçecek kadar beklemeden hemen mektubun mührünü kırdı. Mektup birkaç kelimeden oluşuyordu ve anlaşılan son mektubu gönderdikten birkaç gün sonra ele alınmıştı. Saman rengi kağıttaki birkaç cümlelik mektubu hızla okudu.

Sayın Dük,

Araştırmam için gönderdiğiniz adamlardan birinin öldüğünü ne yazık ki bildirmek durumundaydım. Diğer adam için kısa zamanda sizi bilgilendireceğim.

Sadık kulunuz.

Dük elindeki kağıdı buruşturdu. Sebastian'ın tuttuğu adamları bulmak için gönderdiği kişiden aldığı mektup hayal kırıklığına uğratmıştı. Adamlardan birinin ölmesi talihsizlikti. Diğerinin sağ bulunacağı ise belli değildi. Sebastian'ın yaptıklarını kanıtlayacak bir şahit bulamazsa ondan asla kurtulamayacaktı. Şimdi Helena'yı da işin içine dahil etmişti. Neyse ki kadın adamın ilgisine kanacak biri değildi.

Adama ulaştırmak için kısa bir mektup yazdı. Sinirliydi bu yüzden mürekkebi dikkatli olmadığı için parmaklarına bulaştırdı. Masanın kenarında duran limon ve tuzun karıştırılmasıyla yapılan macunu aldı ve parmaklarını temizledi. Mektubu mühürledikten sonra gün içinde gönderilecek diğer mektuplarının arasına koydu.

Koltuğunda arkasına yaslandı. Gözlerini kapatıp yavaşça nefesini verdi. Midesi boş olmasa bir iki bardak viski içebilirdi. Mektubu görünce o kadar heyecanlanmıştı ki kadınla da doğru düzgün vedalaşamamıştı. Hiçte iyi bir eşin yapması gereken davranışlardan değildi. Onun kendisine güvenmesini istiyordu. Bu davranışlarla zor olacağı kesindi.

Koltuğundan kalktı. Büyük adımlarla kapıya ilerledi. Kadına ilgi göstermek için geç değildi. Sözleşme yapmış olmaları kadının nişanlarını atmayacağı anlamına gelmiyordu. Odadan çıktı, geniş koridorda, atalarının portrelerinin önünden geçerek ilerledi. Tabak çatal seslerine bakılırsa misafirlerin çoğu kahvaltıda olmalıydı. Yemek odasına girdiği anda bakışları hemen Helena'yı buldu. Abisi Edward ile karşılıklı oturuyor, onunla ciddi bir yüz ifadesi ile konuşuyordu.

Onların yanına gitmek isterdi ama Leydi Clune seslenerek dikkatini dağıttı. "Dük Winchester hoş geldiniz. Sizi görmek ne büyük şeref." Yanında oturan annesi kibirle gülümsedi. Helena ile olan nişan bilinmediğinden kadınlar hala kızlarının düşes olmak için bir şansları olduğunu düşünüyordu.

"Günaydın Leydi Clune," dedi kısa ve ciddi bir tavırla. Masanın başına oturdu ve annesinin bakışları altında uşağının önüne koyduğu tabağa baktı. Annesinin kaşlarını çatarak düşünceli bir ifade takındığının farkındaydı. Ona gerçekleri anlatamadığı için ilgilendiği kadınla böyle ayrı olmasını anlamıyor olmalıydı.

Kahvaltının devamı Leydi Clune ve annesinin gevezelikleriyle geçti. Annesi arada birkaç kelime söylese de genel de oğlunu inceleyerek zaman geçirdi. Gözünden bir şey kaçmazdı. Çok geçmeden gerçeği öğrenecek ve oğlunun nasıl bir oyun sergilediğini anlayacaktı. Helena'yla nişanlanmak için yaptığı planı pek tasvip etmeyeceğini düşünüyordu.

Helena'ya bakarken bedeninin gerildiğini hissediyordu. Onunla yalnız kalmak nişanlılar her ne yapıyorsa onu yapmak istiyordu. Kadının dudaklarının tadı hala tazeliğini koruyordu zihninde. Yakın zamanda hatırladığı gibi mi diye tekrar etmek istiyordu. Çok yakında evlerinden gidecek olmaları ise kendisini iyi hissettirmiyordu ama şehirdeki evini açmadan önce abisi ve Helena'nın kalması için bir ev kiralamayı aklının bir köşesine not etti. Tabi bunu kadının haberi olmadan yapmalıydı.

Evin yanında kadının Londra balolarında çekinmeden giyebileceği bir gardırop giysi ayarlamalıydı. Ayakkabılar, şapkalar, eldivenler. Annesine danışıp tüm hazırlıkları tamamlamalıydı. Karısı olacak kadından hiçbir şeyi esirgemeyecekti.

Dük ile Beş ÇayıWhere stories live. Discover now