Bölüm 2 : Kıvanç Bey

1.5K 185 246
                                    

Tanımadığı bir adamın arabasında yolculuk etmek huzursuzluk veriyordu. Başka bir çare ise düşünemiyordu. Aklına gelen tüm çözüm yolları için sonsuz bir maddiyat döngüsü ve sabır gerekliydi. Acısı henüz tazeydi. Hafızasına derinden kazınan o görüntüler silinecek gibi değildi.

Kasabanın ortasında yaşıyorlardı. Şehir merkezine minibüsle ulaşım sağlıyorlardı. Ailesi dedelerinden kalma bir gecekondu bozmasına henüz dış cephe giydirmesi bile yapacak maddi duruma sahip değildi. En fazla devlet tarafından atanmış bir avukatla yol yürüyebilirlerdi. Düşündükçe batağa saplanmış hissediyor,elleri uyuşuyordu.

Garibanlık bazen böyle bir şeydi. Parasını verip en iyi avukatların kapısını çalamayacak kadar omzunun üstüne yük oluyordu eğilen başı. Henüz daha otopsiye gidecek olan ablasına bir mezar taşı yaptırmaları gerekecekti. Açıkçası babasının kuru emekli aylığı ile tüm bu masrafların altından nasıl kalkacaklarını bilmiyordu. Ablası esmese de gürletiyor,en azından ev faturaları için yardım ediyordu. Şimdi ona bir mezar taşını bile borçla yapacak olmak ağırlarına gidiyordu.

Yine de Hazar'ın karşısındaki adamın iyi niyetine dair bir kuşkusu bulunmamaktaydı. Adam ona yemek yiyip yemediğini sormuş,çekingen oğlan reddetse dahi sıcak çay ve simit dahi almıştı. Hazar çekingen olsa da geceden beri bir şey yemeyen zavallı midesi ağrı kesicilerin ekşi tadından sonra midesini tutacak biraz çay ve lokmaya hayır diyememişti.

Adamın lüks aracına bakındığında insanların bu denli parayı nasıl bulduğu konusunda bir sorgulamaya düşmeden de edemiyordu. Ana yoldan sonra patika arazi üzerinde ilerlenilmişti. Sahil şeridinden geçtiğinde gözündeki yaşların en az bu deniz kadar dolu olduğuna emindi. Tek fark vardı onun göz pınarları artık çorak bir toprak kadar kuruydu. Göz kapakları kuruluktan birbirine batıyordu.

"Ablamı nereden tanıyordunuz?"dedi Hazar dalgınca.

"Bizim patronun yanında çalışıyordu. Kafesinde."diye yanıtladı Can Ali denen kumral. "Kendi halinde bir kızcağızdı."

"En son ne zaman gördünüz ablamı ?"

"Dün akşam."dedi Can Ali sıkıntılı bir nefesle. "İşten biraz erken çıkmıştı,sorunları vardı."

Hazar dün akşam saatlerinde ablasına sadece bir kaç saniyelik soru sorup kapatmak için aramıştı. Oysa insan birinin sesini son kez duyacağını bilse ömründen yılları dökecek kadar bıkmadan konuşurdu. Her şey zamanını biliyordu ,ölüm ise bir istisna idi.

Dar ve patika ormanlık araziden geçtiklerinde etrafında sadece göletin olduğu bir yola çıkmışlardı. Gölün kıyısında kalan bahçesi geniş bir villa mevcuttu. Üç ya da dört kata sahip villa,bir malikaneyi andırıyordu. Kapısı tel şeritlerle çevriliydi,kapısında ise onlarca siyah giyen adam kol gezmekteydi.Hazar merakla evi incelemeye devam ediyordu. Taş örmeli evin sütunları şehirlerindeki belediye binasından bile heybetli ve görkemliydi. 

"İşte geldik."dedi Can Ali. Arabadan inmiş park etmesi için valeye anahtarını uzatmıştı.

Gençten ,iri kıyım bir esmer arabayı park etmek üzere harekete geçtiğinde Hazar da arabadan inmiş ve öğle güneşi batmakta olan gökyüzüne doğru kafasını kaldırmıştı. Sema henüz turuncu rengin kızıla çaldığı vakitlerde geziniyordu. Karanlık çöktüğünde onu kaybedeli bir gün olacaktı.

Daha yirmidört saati bile geçmemiş bir acıyı bir ömür boyu zihninden nasıl silebilirdi ? Cevabını bilmiyordu.

Araçtan inip binaya yürüdüğünde kapıyı onun adına başkaları açmıştı. 

Hazar dalgınca kapı girişinde duraksamıştı. Bu kadar beyaz ve parlak zeminin üzerinde ayakkabıları leke bırakacaktı. Oğlan dalgın bakan kara gözleriyle ayıp olmasın diye ayakkabı bağcıklarına doğru eğilmişti.

Kara Dalyaजहाँ कहानियाँ रहती हैं। अभी खोजें