Ne demişti? Kaç. Ben ne yapmıştım? Kaçmıştım. Ama yanlış yöne. Panikle önceden kurduğum şekilde kapıdan dışarı çıkmayı hedeflesem de, ayaklarım beni merdivenlerden yukarı ikinci kata sürüklemişti. Kerem peşimdeydi, çünkü benim aksime merdivenleri ikişer ikişer çıkan adım seslerini duyabiliyordum. Çıkmayı bitirdiğim merdivenin sonunda anlık kararsızlıkla arkamı dönmemle merdivenlerde gördüğüm kafası, çığlık atarak banyoya koşmamı sağlamıştı. Kapıyı arkamdan kapadığım saniye de göz göze gelmiştik. Hızla kilidi çevirip sanki içeri girebilecekmiş gibi kapıya en uzak duvara dayadım sırtımı. Kalbim ağızımda atıyordu. Hiç bu kadar hızlı koştuğumu ya da bir şeyden bu kadar korktuğumu hatırlamıyordum.
"Seni lime lime etmemem için tek bir sebep söyle." Merdivenlerden hızlı çıkması ya da bana yetişmek için koşması onu hiç etkilememiş gibiydi. Sesi hala yerinde, oldukça da sakindi.
"Bil-Bilerek yapmadım!" ilk kelimemin yarısında nefessizlikten ikiye katlanmış, karnımı tutarak da olsa ona cevap vermiştim. Benim gibi hareketsiz birisi için anlık adrenalin patlamaları demek oldukça zararlı olabiliyordu. Her gün yeni bir bilgi.
"Ya yeni diyorum ya!" diye sesini ilk defa yükseltirken yumruk yaptığını tahmin ettiğim elini kapıya vurunca ben de yerimde sıçramıştım. Kendimi içeri girmesinin imkanı olmadığını söyleyerek telkin etmekten ve sinirinin çabuk geçmesini ummaktan başka şansım yoktu. "Kızım, daha kendim doğru düzgün kullanamadan nasıl bu hale getirdin telefonumu?"
"Parkeye düştü..." sesimin kısık çıktığını biliyordum ama aramızdaki kapıya rağmen duymuştu beni.
"Demek parkeye düştü." derin bir iç çektiğini duyduğumda, sakinleşme yolunda ilk adımı attığını da hissedebiliyordum o yüzden aynı şekilde kendim de bir nefes alarak kapıya doğru bir adım attım. "Tamam, olabilir böyle şeyler." sakinlemiş miydi gerçekten yoksa bu beni dışarı çekmek için bir oyun muydu? "Olabilir, yepyeni telefonum şuan Kore gazisi gibi görünüyor olabilir."
"Kerem?" dediğimde hiç cevap vermemişti. Kendi kendisini sakinleştirmeye çalışıyor gibiydi. Bu halinden yararlanarak ben de iyice kapının dibine girmiştim. "Valla isteyerek olmadı. Sehpaya koyacakken Barış tekrar aradı, ben de korkunca elimden kaydı. Özür dilerim."
"Tamam çık."
"Kızmayacak mısın daha?"
"Çık diyorum çık!" kapıya hafifçe vurarak söylediği bu sözler, bana gıcık olduğunda kullandığı tonlama olduğu için rahatlamıştım. Kızgın bir Kerem'le az önce tanışmış olsam da kendi kendisini dakikalar içinde sakinleştirdiği için onunla uğraşmak zorunda kalmamıştım. Uyuz Kerem ise, iki gündür baş etmeyi öğrendiğim bir olguydu. "Alt tarafı bir telefon."
Kilidi yavaşça açarak kapıyı araladım. Elinde telefonu, bana bakıyordu. Gerçekten haline üzülmüştüm. Biri benim yeni aldığım telefonuma aynı şeyi yapsa, ben kesin o kişiyi saçından sürükleyerek İzmit turuna çıkarırdım. Kerem benden daha olgun olduğunu bu şekilde kanıtlamıştı. Ona en masum bakışlarımdan birini atmaya çalıştım, "Özür dilerim."
Daha önce hiç aynı dakika içerisinde iki defa özür de dilememiştim. Kerem başını sallayarak onayladı beni. "Tamam."
"Bu kadar mı?"
"Ne yapayım? Meydan dayağı atacak halim yok sana." Göz devirerek konuştuğunda merdivenlere yönelmişti bile. Adımlarım hemen peşine takıldı. "Bizimkilerden biri olsaydın en az iki hafta dinlene dinlene döverdim ama yapacak bir şey yok."
"Şey," dedim konuyu dağıtmak adına, arkasını dönüp bana baktığında da sevimlice devam ettim. "Yemek yaptım?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yüzük / Kerem Aktürkoğlu
FanfictionFutbolcu Kerem. Galatasaraylı Kerem. Mustafa amcanın torunu Kerem. Kocam Kerem. Gökçe Altun kendisini Kerem Aktürkoğlu ile evlenme dairesinde bulduğunda 20 yaşında, üniversite ikinci sınıf öğrencisiydi. Kerem'le daha öncesinde hiç konuşmamış, nik...