Bölüm 47

2.6K 214 31
                                    

"Gökçe?" Kerem'in omzumu hafifçe sarsmasına uyanmak ideal günaydın seremonimin bir parçası değildi ama yine de kendimi gözlerimi açmaya zorladım. Neden hala buradaydı? Ve neden dibime girmiş durumdaydı? "Kusura bakma, şey diyecektim. Anahtarları buraya bırakıyorum, tamam mı?" 

Ne anahtarı be? Saat kaç Allah aşkına? Camdan ışık bile gelmiyor. "Hangi anahtarlar?" diyerek gözümü ovaladığımda bahsettiği anahtarları salladı gözümün önünde. Elinde tuttuğu benim anahtarlığımdı evet, ama ona eklenmiş başka bir anahtar vardı. 

"Sana söylemedim mi?" diye kendisini sorguladığında benden uzaklaşması için onu omuzundan iterek yatakta doğruldum. Uykumu iyice açmayı başarmıştı. Kerem dikelerek bana bakmayı sürdürdü. "Annemler geldi diye söylemedim!" Kaşımı çattım. "Araba aldım sana." 

"Araba mı aldın bana?" papağan gibi dediğini tekrarladığımda kafasını salladı hızla. "Niye?" 

"Ben bazen erken gidip geç geliyorum ya, çalışma saatlerimiz tutmuyor. Taksi bulacağım diye uğraşıyorsun o kadar, geçen hafta söylenince alayım dedim." Laf arasında taksi bulmanın zorluğundan şikayet etmiş olabilirdim evet, ama araba almak da nereden çıkmıştı? Hem ben hala kaza travmamı atlattığımdan tam emin değildim. 

"Ya Kerem, olacak iş mi? Niye para harcıyorsun durduk yere? Ben senden araba mı istedim?" dediğimde omuzları düşer gibi oldu, dudağını büzerek sevimlice baktı bana. Bense göz devirdim. Şirinlikle işin içinden çıkmaya çalışıyordu. 

"Güzelim, sence benim param yok mu? Karıma bir araba bile alamayacaksam niye kazanıyorum o kadar?" 

Haklılık payı olduğunu düşünmek isteyen yanım baskı yapsa da kafamı iki yana salladım. "Abartıyorsun gibi geliyor bazen." 

Şimdi morali bozulmuştu işte. Sıkıntıyla nefes aldı. "Neyi abartıyorum, Gökçe?" 

"Yani ne bileyim," dedim bir saniyeliğine ne diyeceğimi bilemeyerek. Ben onu seviyor olabilirdim ama onun aynı şeyleri hissettiğinden yüzde yüz emin değildim. Evliliğimizin gerçek bile olmadığını varsayarsak ben bazen kendimi çok borçlu hissediyordum. Sanki boğuluyormuş gibi hatta. Hak etmiyordum bence bütün bunları. "biz gerçekten evli bile değiliz ki." dedikten sonra tepkisini izlemek için gözlerine bakmıştım. Sanki ona bir şeyle vurulmuş gibi bir adım geri çıktı, sertçe yutkunduktan sonra kafasını salladı. Çenesi gerilmiş, fark ettiğim üzere yumruğunu da sıkmıştı. 

"Haklısın." dedi ama sesi o kadar soğuktu ki, hiç konuşmamış olmayı diledim. Onu kırmıştım, ve hatta biraz da kızdırmış. Amacım sadece ne düşündüğünü daha iyi anlayabilmekti ama ileri gitmiştim sanırım. Sabahın köründe uyku sersemi bu konuşmayı yapmıyor olmam gerekirdi. "Biz gerçekten evli değiliz. Kullanma o zaman arabayı da." deyip arkasını döndüğünde kendimi çok kötü hissettim. Odadan çıkmadan kendimi açıklamak zorunda olduğumun bilinciyle yataktan fırladım. 

"Kerem! Dur, öyle demek istemedim!" koşar adımlarla koluna yapıştığımda bana bakmayı reddetti. 

"Sorun yok, anladım ben seni." bir eli kapıya uzandığında hızla önüne geçerek sırtımı kapıya yasladım. Bu hareketim onu şaşırtmıştı ama kırgınlığından hiçbir şey eksiltmemişti. Kafam cidden hiç çalışmıyordu? Denilecek laf mıydı gerçekten dediğim? Onu bu şekilde görmek kendi kalbime de acı vermişti. Kerem kolunu bırakmadığım için bana yakın duruyordu, kaçmaya çalıştığında bırakmadım. "Bırak, tamam. Bir şey demene gerek yok zaten, haklısın." 

"Yapma böyle, lütfen." dediğimde kendi sesim de kırık çıkmıştı. Eğer bu kapıdan bu sorunu çözmeden çıkarsa hiç durmadan öğlene kadar ağlayacağımı biliyordum. "Özür dilerim, gerçekten öyle demek istemedim." kafasını salladı ama benimle göz göze gelmedi, kapı kolunu aşağı doğru çekince boştaki elimi yanağına koydum. Bu hareketim onu durdurmuştu. Kafasını kendime çevirerek gözlerimizi birleştirdim. "Dinle," tepki vermediğinde devam ettim. "Ben bazen tüm bu ilgiyi, muhteşem arkadaş çevreni ya da bu paramız var istediğini al tavırlarını hak etmediğimi düşünüyorum, Kerem. Bazen hepsi çok fazla geliyor. Neyi nasıl söyleyeceğimi de bilmiyorum." Elini kapı kolundan çekerek belimin yanına yasladığında bakışları da yumuşamış gibiydi. Bu halinden cesaret alarak devam ettim. "Bir de,"

Durduğumda bana doğru bir adım atarak aramızdaki mesafeyi daha da azalttı. "Ne?" o kadar yumuşak sormuştu ki kendimi konuşmaktan alıkoyamayacağımı biliyordum. 

"Korkuyorum." dediğimde kaşlarını çattı, tuttuğum kolunu hareket ettirerek onu da kapıya koydu, elim hala dirseğindeydi. 

"Neyden?" 

Yutkundum. "Gitmenden." şaşkınlıkla kırpıştırdığı gözlerine rağmen bir şey demeyince, derin bir nefes alarak devam etme cesaretini buldum kendimde. "Tamam, bitti artık oyun, sana ihtiyacım yok, geri git demenden. Eskiye dönmekten." gözlerim doldu. "Ben çok alıştım, Kerem. Hiç alışmam sanıyordum ama kısa bir sürede sanki hep buradaymışsın gibi alıştırdın beni bu eve, Galatasaray'a, kendine. Sanki senden öncesi yokmuş gibi, eğer senden sonra diye bir şey olursa, çok üzülmekten, kırılmaktan korkuyorum." 

Bana öyle bir baktı ki, sanki kıyamıyormuş gibi, hiç gitmeyecek hep kalacak gibi. Ellerinin ikisi de belime dolanarak vücutlarımızı birleştirdi. Yüzünü de benimkine iyice yaklaştırdı. "Gitmiyorum, gitmiyorsun." sesi kesin ama yumuşaktı. "Yok oyun falan, unut. Buraya her ne sebepten gelmiş olursan ol, gitmiyorsun, Gökçe. Numara falan yok, sen varsın, ben varım. Korkma, zaten istesem de git diyemem sana," dediğinde gözlerimde milyon soruyla baktım ona. Bu bir çeşit itiraf mıydı? "sen gidersen benden bir şey kalmaz çünkü."

Yüzük / Kerem AktürkoğluHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin