Bölüm 18

2.8K 154 10
                                    

Sade makyajım, parlak taşlı, ince topuklu ayakkabılarım ve zümrüt yeşili elbisemle bence gayet düğün davetlisi gibi görünüyordum. Saçlarım dümdüz sırtıma doğru dökülüyor, elbisenin sırt dekoltesinin çoğunu kaplıyordu. Böylesi daha iyiydi, hem yırtmacı olan hem de dökümlü yakalı elbisem, sırt dekoltesi olmadan da gayet ilgi çekiciydi. Kısa bir elbise tercih etmemin tek sebebiyse, uzun giyip gelinin kız kardeşi gibi görünmemekti. Daha önce Kerem'le bir düğüne katılmadığım ve geline hiçbir yakınlığım olmadığı için dozunda göründüğümü umarak makyaj aynasından son bir kez baktım kendime. Boy aynası almayı akıl edemediğim gibi, gardırobumu da aynalı tercih etmemiştim, tek aynam buydu. Yeterince iyi olduğuna karar vererek kapımı açıp salona adımladım. Bir dakika kadar önce Kerem'in telefonla konuşarak merdivenden indiğini duymuştum, o yüzden odamın kapısının açıldığını duyan kocamla göz göze gelmem çok uzun sürmedi. 

Beni gördüğü gibi telefonu cebine atarken, yaslandığı koltuğun sırtından da ayrılmış, dik durmuştu. Bakışlarım siyah takımında, saç modelinde ve günlük spor ayakkabılarına zıt bir şekilde tercih ettiği düğünlük ayakkabılarında gezerken aynı şeyi onun da bana yaptığını hissedebiliyordum. Hatta o kadar şanslıydım ki, ne diyeceğini bilemez bir şekilde yutkunduğu ana da şahit olabilmiştim. Put gibi durduğumuz birkaç saniyeden sonra konuşan ilk ben olmuştum. 

"İyi mi bari?" 

"Çok güzel," hülyalı sesinin kendisi de farkına varmış olacak ki boğazını temizleyerek devam etti. "Yani, güzel...olmuşsun. Yakışmış yani...iyi." 

Vay be Gökçe, helal sana. Demek kocanın dilini tutturabiliyorsun böyle. Kerem'e acı çektirmeyi tercih edebilirdim ama dua etsin ki insaflı anıma denk gelmişti, o yüzden başımı sallayarak gülümsemeyi tercih ettim. "Sen de iyi olmuşsun, yakışmış yani." ona bir küçük göz kırparak kapıya doğru ilerlediğimde arkamdan gelmediğini fark etmem uzun sürmemişti. Omuzumun üstünden şöyle bir bakış attım kocama, "E hadi, Barış'ı almayacak mıydık?" 

Kerem arabaya bindiğimizden beri tek kelime etmemişti. Hem daha önce mobilya alışverişine hem de bu sabah beni İstinye'ye bırakırken oldukça konuşkan olduğu için bir şeylerden bahsetmesini beklemiştim ama o gözünü hiç ayırmadan yolla ilgileniyordu. İlk birkaç dakika, sessizlik gerginliğim için iyi olsa da, can sıkıcı olmaya başladığında bu sefer ben emniyet kemerimin izin verdiği kadar ona dönerek konuşacak konu aramaya başladım. Antrenmanı mı sorsaydım? Gözlerim direksiyonu iki eliyle  de sıkı sıkıya kavramış olduğu için gözüm parmaklarına takıldığında tek kaşım yine şüpheyle havaya kalktı. 

"Yüzüğünü bir yerlere fırlattın sanıyordum? Geldiğimden beri hiç görmeyince..." gözlerini saniyelik olarak yoldan ayırıp bana ve sonrasında benim parmağıma baktıktan sonra kafasını salladı. Ben de onun gibi alyansımı takıyordum, kolye falan almayı unuttuğum için de en azından bir ışıltı olsun diye Kerem'in iki sene önce öylesine aldığını bildiğim tek taşımı da takmıştım aynı parmağıma. 

Kafasını salladı, sol elini gevşetmiş, sağı ise direksiyondan çekerek bacağının üzerine yerleştirmişti şimdi de. Hareketlerinden bir mana çıkarmaya çalışsam da, bu akşam ilk defa bir arada görünecek olmamızın gerginliğini düşünerek bir şey demedim. "Fırlatmadım, takıyorum gördüğün üzere." 

"Bir şey mi oldu?" anlamazcasına bana baktığında devam ettim, "Antrenmanda falan yani, bir garipsin gibi geldi." 

"Sana öyle gelmiş," dedikten hemen sonra arabayı sertçe durdurmasıyla hafifçe öne savrulsam da kafamı vurmaktan dirseğimi tutup beni geri çekmesiyle kurtulmuştum. Gerçek hayvanat yanımda oturuyor olabilir miydi acaba? "Barış'ı arayayım da çıksın." az önceki kurtarma seansı hakkında hiç yorum yapmadan telefonuna sarıldığında ben de bir şey demeyip düz dönerek sırtımı tam olarak koltuğa rastladım. Derdi neydi anlamamıştım ama gece bitmeden ortaya çıkacağına da neredeyse emindim. 

Yüzük / Kerem AktürkoğluHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin