Yanılmıştım. İtirazlarım uyanınca da gelmemişti. Kerem kalkıp duşa girerken hiçbir şey dememiş, telefonumu elime alarak hem Filiz teyzeye hem de kendi anneme Ankara'da olduğumuzu, gelir gelmez uyuduğumuz için haber veremediğimizi yazmıştım. Sonrasında da otelin manzarasını çektiğim bir fotoğrafı 'story'imde paylaşmıştım. Kerem'e neden benimle uyumak istediğimi sormayacaktım, çünkü bu kendime de aynı soruyu sormam anlamına gelecekti ve ben cevabıma hazır değildim. Amaçsızca sosyal medyada dolaşırken Kerem işini bitirmiş, antrenman kıyafetleriyle çıkmıştı banyodan.
"Sen de gir istersen, sonra yemeğe ineriz." telefonundan saate bakarak devam etti. "Az kalmış zaten Okan hocanın bağrışmaya başlamasına."
İtiraz etmeden dediğini yaptım. O antrenmandan sonra maç formalarını giyeceği için spor çantasını yanına almış, kıyafetlerini de içine koymuştu. Bense böyle bir şeye ihtiyaç duymayacağım için direk kot pantolonumu ve arkasında '7 AKTÜRKOĞLU' yazan formamı giymiştim kısa duşumdan sonra. Saçlarımı kurutup at kuyruğu yaptıktan sonra banyodan çıktığımı duyan Kerem, kafasını telefonundan kaldırıp bana bakmıştı. Galatasaray forması giymemi beklediğini tahmin ediyordum ama arkasındaki numarayı görünce keyifli bir şekilde kalktı kaşları.
"Vay, Aktürkoğlu demek," yerinden kalktığı gibi dibimde bitmesine şaşırabilirdim ama şimdiye kadar çevikliğine alıştığım için bu şaşırtmadı beni. Asıl şaşırdığım ellerini omzuma koyarak sırtımı ona çevirmesiydi. "rüya mı görüyorum dedim ama bakayım, gerçekmiş."
"Ya Kerem, sal!" diyerek ellerinden kurtulmaya çalıştığımda omuzumdaki ellerini kullanarak kendisine çevirdi beni. Sırıtışına karşılık kaşımı kaldırdım. "Derdin ne?"
"Hiiç," dedikten sonra bir kez daha süzdü beni. "imza falan isteyeceksen torpil yapmıyorum, onu diyecektim."
Omzuna vurarak kovaladım onu, bu sefer beni gerçekten bırakmış, göz kırpıp antrenman çantasını almaya gitmişti. "Aman kalsın," ben de kendi çantamı ve telefonumu aldım. "Her gün yüzünü görüyorum, imzan olmasa da olur."
"Hakkımı yiyorsun," açtığı kapıdan çıkarken ona bakmamıştım bile. "kaç kız var birbirini vuracak her gün beni görmek için biliyor musun?"
Dediğinde saniyelik kanın beynime sıçramasını ben de beklemiyordum. Ani, beklenmedik ve ilk defa bedenimi sarmalayan kıskançlık duygusuyla afallamış da olsam omzumun üzerinden bir bakış attım kocama. "Ne şanssızlık, neyse ki benim kocamsın."
***
Takımla beraber kahvaltı/öğle yemeği yedikten sonra otobüse doluşup Ankara Stadyumu'na gelmiştik. Ben çeviri işlerine, o da arkadaşlarına dalınca Kerem'le konuşma fırsatımız olmamıştı. Gerçi konuşacak konumuz da yoktu ya neyse. Stadyuma gelir gelmez görevliler boynuma adımın yazılı olduğu bir kartı geçirip yedek kulübesinin yerini göstermişlerdi bana. Takım onlara verilen soyunma odasında saha kontrolleri için hazırlanırken ben de Okan hocayla onları beklemek zorunda kalmıştım. Daha önce onunla hiç konuşmamıştım ama tüm bu evlilik işinin onun başının altından çıktığını bilmek sinirlerimi kaldırmaya yetiyordu. Bu yüzden ondan en uzaktaki yere oturarak çantamda getirdiğim not defterini çıkardım. İngilizce Türkçe çeviri yaparken hiç tıkanmasam da İspanyolca çeviri yaparken sözcüklerin hepsini doğru çevirmek için not almayı doğru buluyordum.
"Alıştın mı Gökçe?" Okan hoca nedendir bilinmez, yanıma oturup benimle konuştuğunda sabah bizi aynı odaya tıkması ve evlilik oyunumuz üzerindeki payı bir kez daha aklıma gelmişti.
"Neye hocam? Tercümanlığa mı yoksa iki senedir yüzünü bile görmediğim kocama mı?" Okan hoca şaşkınlıkla ne diyeceğini bilemeyip dudaklarını aralamıştı. Bense tam o kafa sallayarak beni onayladığında bakışlarımı sahaya çevirmiştim. Televizyonda çok küçük duran bu sahaların gerçek hayatta ne kadar büyük olduğu gerçeği her seferinde beni şaşırtıyordu.
"Tamam, haklısın." bu kadar çabuk kabullenmesini beklemiyordum ama elbette ki haklıydım. İki haftadır yirmi iki yılda yaşamadığım aksiyonu yaşıyordum. "Beni de anla, Kerem sana karşı nasıl bilmiyorum. Yani kötü davranıyor falan manasında değil, duygusal olarak." dediğinde bakışlarımı sahadan ona çevirmiştim. "Uzaktan fark ettiğim kadarıyla Kerem senin etrafında oldukça...pozitif, şakacı falan hatta. Ama böyle değildi, Gökçe."
Haklıydı, Kerem'i hiç o ilk iddia ettiği gibi 'düşük' görmemiştim. Bu anlaşmaya karşı hala soğuk olmamın bir sebebi de buydu. Kerem bana ihtiyacı var gibi durmuyordu, ama beni ikna etmek için böyle söylemişti. "Nasıl yani?"
"Yani, senden önce. Sanırım seni etkilememek için yeni bir savunma mekanizması falan geliştirdi. Ya da," Okan hoca duraksadığında 'ne var' işareti yaptım ona. "ya da ona gerçekten iyi geliyorsun. Son nokta olmasaydı, seni araya sokmazdım. Kendi kendine yaşadığın hayatına müdahale etmek benim haddime değil ama sporcularım, futbolu bırakmayı düşündüklerinde bir şeyler yapmak zorunda kalıyorum haliyle." Kerem futbolu bırakmayı mı düşünmüştü? Gözlerimi şaşkınlıkla kırpıştırdığımda, omzumu iki kere pat patladı Okan hoca. "Şaşırdığını görebiliyorum, sen bunu bir düşün. Takımın bir parçası olmanı seviyoruz, Gökçe, Kerem olsun ya da olmasın. Ama her ikinizin de, olabileceğiniz en iyi ruh halinde olmanızı sağlamak da benim işimin bir parçası. Hak vermeye çalış, olur mu?" Kafamı salladığımda beni düşüncelerimle yalnız bırakarak yardımcı antrenörün yanına ilerledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yüzük / Kerem Aktürkoğlu
FanfictionFutbolcu Kerem. Galatasaraylı Kerem. Mustafa amcanın torunu Kerem. Kocam Kerem. Gökçe Altun kendisini Kerem Aktürkoğlu ile evlenme dairesinde bulduğunda 20 yaşında, üniversite ikinci sınıf öğrencisiydi. Kerem'le daha öncesinde hiç konuşmamış, nik...