1 (Kumru)

531 62 43
                                    

  Hafta sonunun ikinci günüydü ve ben hala yurt odamdan dışarı bir adım atmamıştım. Tek gördüğüm insan yüzü de sadece geceleri yurda uğrayan oda arkadaşımdı. Kendimi hakiki asosyaller gibi hissediyordum. Normalde böyle değildim, kırlarda bayırlarda koşar,  çiçek toplar, hayvanlarla konuşurdum. Yani sosyal olmak bu tür bir şeyse.

  Peki, kabul ediyorum ben hakiki bir asosyaldim. Ama bunun için beni suçlayamazdınız. Genlerden kaynaklanıyordu benim ki. Babamın lise yıllarından kalan fotoğraflarına bakarken, acıklı öğrenci hayatını dinlemek zorunda kalmıştım. Gerçi ben pek üzücü bulmadım, bana bahşettiği bu sinir bozucu özelliğe lanet etmiştim o kadar. Tabii bunu içimden yaptım. Adamın zaten benimle sorunları vardı, kaşınmak olurdu resmen.

  Bunlardan yola çıkarak hayatımı tek kelimeyle özetleyecek olursam, yalnız derdim. Kendimi, anlaşması eğlenceli, güzel bir kişilik olarak görüyordum ama... Tek arkadaşım kuşlardı. Annem, iyi misin diye sormaktan bile acizdi. Bazen beni anlayanların sadece kuşlar olduğunu düşünürdüm.

  Yanlış bir kanıya kapılmayın, kuşlara bayılan meraklılarından değilim. Sadece, kuşlar bana bayılıyordu. Küçükken, dibimden ayrılmazlardı keratalar. Yesinler diye ekmek parçası atardım, sanki ayin yapıyorlarmış gibi hareketlenirlerdi. Garip.

  Ben duruma bir el atmadan, bilmem kaçıncı boş hafta sonunu geçirecektim. Kitap oku, ders çalış, müzik dinle... Nereye kadar! O kadar umutsuzum ki, Profesör Moore'dan bana felsefe dersi vermesini isteyebilirdim. Sıkıcı konuşmaları yoga etkisi yapıyordu. Beyin dinlendirmek için mükemmel bir seçimdi.

  Hayır, tabii ki de  kel baştan bunu istemeyeceğim. 

 Biraz kafa yormak gerekirse... Neden dışarı çıkıp biraz hava almıyordum? Bunun gibi yaratıcı bir fikri, saçma sapan hayatımı göz önüne vurduktan sonra aklıma getirebiliyorum. Sanırım asosyal birine göre fazla gevezeydim. Konuşacak kişi olsa, geveze olmamın bir anlamı olurdu. Ama yok, kuşlarla konuşurken kendimi deliler hastanesinde  bulacaktım.

  Biraz debelendikten sonra, yataktan kalktım ve yorganı katlayıp koydum. Oda arkadaşımın, düzen hastalığı vardı. Küçük bir dağınıklıkta bile, hayatımın küfrünü duyabilirdim. Evet, biliyorum, pek iyi bir insan değildi. 

  Üzerime günlük kıyafetlerimi giyindim. Stephen Hawking'in çok sevdiğim kitabını, çantamla birlikte aldım. Banyo da saçıma özensiz bir şekil verdikten sonra, hiç vakit kaybetmeden yurt binasından çıktım. Sabah saatleri olduğundan etrafta hiç kimse yoktu. Ne kadar hoş. 

  Yirmi yaşlarında bir genç kampüste ölü bulundu! 

  Yok be canım, olur mu öyle şey, amerikan korku filmlerinin içinde değilim.

 Yürürken, tarih dersimizin aynı saatte olduğu kız, bana tip tip bakıyordu. Bakışlarına tebessümle karşılık verdim. Ama ne olsun, ahırda yetişmiş herhalde, kaşlarını çatıp önüne döndü. Bu insanların benle sorunu neydi? Sanırım cevabını biliyordum.

  O kadar havalıyım ki beni haz edemiyorlar! 

  Kampüs alanından uzaklaşınca, yürüyüş için hep tercihim olan ağaçlık alana girdim. Ağaçlık alan deyince akla korkunç yerler gelirdi ama burası gerçekten sevimliydi. Eğer dışarı çıkacak olursam, genellikle buraya gelirdim. Sessiz, sakin ve rahatlatıcı olduğundan çok güzel kitap okunuyordu. Resmen bir kuş cennetiydi ayrıca. Gereksiz bir ayrıntı...

 Görüş alanıma giren boş banklardan birinde oturdum ve kitabı çıkardım. Tam okumaya başlayacakken birinin sesini işitmiştim.

  "Merhaba, burada oturabilir miyim?" Kafamı kaldırıp baktığımda , dünyada gördüğüm en donuk gözlerle karşılaştım. Donuk ve güzel açık kahverengi bir çift göz.

  Dalmış olmalıyım ki, karşımdaki boğazını temizledi.

  "Üzgünüm, oturabilirsin tabii." diye cevap verdim aceleyle. Elbette kekelemedim, ergen gibi davranmaya ihtiyacım yoktu.

  Pek de gerçekçi olmayan bir gülümsemeyle teşekkür edip yanıma oturdu. Sahte olmasa gayet şirin bir gülümsemeydi bu. 

  Kitabı açıyordum ki, gözlerim, çocukta kalmıştı. İlgi çekici birine benziyordu. İlgi çekici ve garip. Yüzünde üzücü bir ifade vardı. Merak etmiştim.

  Madem yanımda oturuyordu, tanışmadan olmazdı.

  "Adım Louis. Senin?" Pişman değilim, önüme biriyle arkadaş olma fırsatı geçtiğinde asla geri çevirmezdim, çünkü bu durumumu sevdiğim söylenemezdi.

  Birini bekliyor gibi görünüyordu.

  Kısa anlaşılmaz bir bakış attı. Herhalde, ne tür biriyle sohbete başlayacağım diye düşünüyordu.

  "Zayn." Zayn, güzel isim. Korkutucu görünümüyle gerçekten iyi bir kombinasyon oluşturuyordu.

  En azından kibar biri.

  Şimdi bana neden bu çocuğu bu kadar inceledim diye soracaksınız. Dürüst olacağım. Bir cetvel ne kadar düzse ben de o kadar yuvarlağım. Kısaca, gayim. Ve evet, bu gurur duyduğum bir şeydi.

  "Ee Zayn, buralarda mı okuyorsun?" Bir yandan konuşurken, bir yandan kitabı çantama geri koydum.

  "Ben okumuyorum."

  "Neden?"

  "Bunun seni ilgilendirdiğini sanmıyorum." Kibarlık buraya kadardı demek ha? "Rica etsem benimle konuşma. Rahatsız oluyorum."

  Karşıma çıkan hiç kimse düzgün olmuyor ne etmezse.

   Kişilik sıfır. Görünüm sıfır.

  Koca bir sıfır puan aldın Zaynie!

  Dikkatli bakınca sorunları olduğu belliydi. Bedeni çökmüş gözüküyordu. Gözünün altındaki morlukları seçebiliyordum. Kaşı patlamış, saçları dağılmıştı. Onlar dışında kıyafetleri de, baştan aşağı siyahtı. Klasik kötü çocuk tiplemesi gibiydi yani. 

  Bence sorun bendeydi ya. Bir daha asla, önüme gelenle konuşmaya çalışmayacaktım. Sonra böyle sap gibi kalıyordum işte.

  "Pekala sen nasıl istersen." 

  İçimdeki, kitap okuma isteği gitmişti. Biraz gezdikten sonra, yurda geri dönecektim o zaman.

  "Sonra görüşürüz." Umarım, görüşmeyiz.

  Çantamı alıp, giderken arkadan beni izlediğinin farkına vardım. Tüyler ürpertici olduğunu kabul ediyordum. Cidden, Tanrı beni bu tür insanlar karşısına çıkarıyordu ya, ne özelliğim vardı benim?

  Ağaçlar sıklaşana kadar yürümeye devam ettim ve durduğumda çimenliğin üzerine oturdum.

  Karşı da çift olan iki kuş vardı. Geçen ki güvercinler değil tabii ki, bunlar kumruydu.

  Araştırdığıma göre, Kumru kuşları eşlerinin yanlarından hiç ayrılmazlarmış.

  Ben neden bu kuşları görüp duruyordum, birileri bana bir şey mi anlatmaya çalışıyor!

  Cevabım şu ki hiçbir şey anlamadım. Ne anlamam gerekiyor ki zaten.

  Ah bak ne kadar tatlı, birbirlerine sırılsıklam aşıklar, sen de aşık ol bence, mi?

  Bunlardan bir tane daha görürsem cinnet geçirecek gibi hissediyorum. 

  Hayır, kıskanmadım.


Merak etmeyin, Harry çok yakında gelecek. Eminim, kurgunun ne tür bir şey olduğunu anlamışsınızdır. Sıkıcı, biliyorum >_>

Sorry not sorry vee

All the Love 







Love Birds // l.sHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin