2 (Serçe)

447 54 42
                                    

İyi okumalar!

**

Kampüste bir ağacın gölgesinde oturup kuşlara yem atmakla meşguldüm. Etrafıma bir sürü serçe toplanmıştı. Serçe diyorum. Hani şu küçük ve korkak olanlar. Bir kilometre ötede bile olsan, kaçıp gidenler. İşte onlar, dibimde garip garip ötüp, yemek yemek için sıraya giriyorlardı. "Kralımız, kralımız" dediklerini duyar gibiydim.

Yapmayın çocuklar utandırıyorsunuz. Kral olmak için layık biri miyim ki?

Resmen üstümde gezmeye başlamışlardı ve insanların tuhaf bakışları görebiliyordum.   Açıkça söylemek gerekirse, umursamıyordum. Bakmaya devam edebilirlerdi. Kuşları hayal kırıklığına uğratmak istemiyordum çünkü.

Kuşların bana bu kadar yakın olması saçma geliyordu. Bazen süper güçlerim olduğuna inanıyordum. 

Sinir bozucu bir seçenekti. Süper olsalar da işe yarar değildiler, yani sınavlarda bana kopya verecek olsalar el bebek gül bebek bakardım ama nerede? 

Serçelerin, ötüşleri giderek kulak tırmalayıcı hale gelirken, kalkıp gitmeye hazırlanıyordum ki, Profesör Moore'un bana doğru geldiğini fark ettim.

Bakışları benimle, etrafımdakiler arasında gidip geliyordu. 

Elimde kalan son simit parçasını da attım. Profesör Moore, yavaşça yaklaşıp yanıma oturdu. O geldikten sonra bütün kuşlar uçup uzaklaşmıştı. 

"Merhaba Bay Tomlinson, nasılsınız?" diye selam verdi. 

"Merhaba efendim, teşekkürler iyiyim, asıl siz nasılsınız."

"Resmiyeti ders dışında bırak, bana John diyebilirsin." İlk onu uzunca süzdüm. Samimi konuşmakta sorunum yoktu fakat, adamın amacını çözmeye çalışıyordum. Kuşları soracak değildi ya?

"Pekala John, o zaman sen de bana Louis diyebilirsin." Biraz duraksadım ve gülümsemesine karşılık verdim. "Ne istiyorsun?"

"Efendim? Neden bir şey istediğimi çıkardın?" Sesi pek de anlamamış gibi çıkmıyordu.

"Genellikle, insanlar bana, bir şey istediklerinde yaklaşırlar." Doğruyu söylüyordum, dramatik hayatımın gerçeklerinden biriydu bu. Merak etmeyin, hep öyle oluyor diye kendimi yedirtmiyordum.

"Zor bir hayatın var sanırım." dedi üzgün üzgün, burnundan kayan gözlüğünü düzelterek. Cidden, bu kadar açık konuşmak zorunda mıydı? Ben de  demek isterdim, otuzlu yaşlarındasın  ama saçların şimdiden dökülmüş, diye. Ama yapıyor muydum? Saygı biraz, saygı.

"Sayılmaz aslında... Ne istediğini söyleyecek misin?"

"Benim çok yakın arkadaşımın bir çocuğu var. Senden birkaç yaş büyük. Sakıncası yoksa, onunla arkadaşlık yapar mısın?"

"İyi de bunu neden benden istiyorsun?" Gerçekten, bu nasıl bir istekti böyle.

"Pek iyi huylu biri değil, arkadaşım onun takıldıkları kişilerden bu davranışları kaptığını düşünüyor. Yardım istedi. Ben de, seni önerdim çünkü etrafımda o yaşlarda iyi kimseler yok." Ha, anladım, benim örnek biri olduğumu düşünüyordu.

Ne yapacaktım? Sıradan hayatıma renk katmak için mükemmel bir seçimdi ama ayak işi yapacak gibi hissediyordum.

"Seve seve, yardım etmek isterim." diye cevap verdim düşüncelerimin aksine "Bahsettiğin şu çocuk, biraz tanıtsana."

"Yirmi dört yaşında, ismi Zayn Malik, aslında Bradford'daydı ama birkaç gün önce Londra'ya geldi. Şey, beni yemeğe davet ettiler sen de geleceksin bugün, o zaman tanışırsınız zaten." 

Love Birds // l.sWhere stories live. Discover now