"Ölü kelebek"

7.2K 404 102
                                    

Tren rayları zangır zangır büyük bir sesle titrerken, damarlarımda zehirli bir yılan gibi; kıvrak ve hızlı şekilde dolaşan, "saf yalnızlığı" net bir şekilde hissede bilmiştim. Son birkaç gündür ruhen ve bedenen bitap haldeydim. Katrana bulanan düşüncelerim gözümün önüne gri bir tülbent çekmişti. Görmek artık sadece evin yolunu bulmak demekti. Şehrin gürültüsünü tıkayıp kulaklarıma bir nefes daha aldım güzel zehirden. Aslında bırakmıştım sigarayı son birkaç aydır. Lakin yakın bir geçmişte kalan günler bu ayların içine dahil değildi. Havanın serin soluğu, üzerimden geçtikçe yerimde oynamama sebep oluyordu. Üzerimde eski bir kot ceket içimde ise düz siyah bir body vardı. Sarma sigaramın ucundaki alev sönmeye durduğunda son güzel zehri çekip içime izmariti yere fırlattım.

Artık gelmesi lazımdı. Bu güne kadar geç kaldığını hiç görmemiştim. Belki o geç kalmamıştı belki ben erken gelmiştim. Sahi saati olmayan bir insan için bir dakika ne kadara denk geliyordu ki? Bunu bilemediğimden üşüyen ellerimi ceketimin ceplerine sokup, topuklarımın üzerinde bir tur kendi etrafım da döndüm. Hareket. Mümkün olduğunca harekete ihtiyacım vardı. Bakışlarımı karşıya diktiğimde gece bulutu gibi üzerime gelen, varlığın ve yokluğun bin bir dokunuşunu üzerinde pelerin gibi taşıyan onu gördüm. İçimden saymaya başladım o andan itibaren bana gelişini. Bunu yapmamda ki amaç, zihnimi meşgul etmek istememdi. Eğer ki bir şey düşünmeden onu izlemeye dalarsam olduğum yerde taşlaşacak gibi hissediyordum kendimi. 

Bir...

İki...

Üç...

Dört...

Beş...

Altı...

Ve yedinci adımında tam karşımdaydı. Ruhsuz iki çift siyah gözlerini üzerime diktiğin de görülmeyen bir kalkanın beni büyülediğini, esrarengiz bir şekilde görülmeyen varlığımın ayaklarımın altına döküldüğünü hissediyordum. Ondan korktuğum çok zamanlar oldu. Tanıdıkça daha fazla korktum aslında ama bir o kadarda tutkulu, cüretkâr, arsız bir şekilde ona tutundum. Yanımda olduğu her bir anda bedenimin yarısı doğal afete uğramış dağ gibi ikiye ayrılıyor, bir diğer yarısı arsız, korkusuz, cesur bir canavara dönüşüp ona sarılmak ve her bir metre karesine dokunmak istiyordu. Üzerinde gene siyah v yaka bir kazak, siyah deri ceket, siyah pantolon, siyah ayakkabılar ve...iki çift kara delik gözler. Bu adamı doğduğu gün renkler terk etmişti. Bir insanın göz bebeği bu kadar siyaha düşemezdi. Gözünün içine ne kadar uzun süre bakarsanız siyahın yanındaki beyazı bile siyah görmeye başlıyordunuz bir süreden sonra. Bu yüzden ona hiçbir rengi yakıştıramamıştım.

"Bekledim, seni" dedim. Aslında doğru buluşma saatin öncesinde mi geldim bilmiyordum. Beklemiş olmamın sebebi bu muydu emin değildim. Dediğim gibi saatiniz yoksa zamanın neye denk geldiğini bilemezdiniz. Yüzüne baktığımda, siyah bir kağıt kadar düz halinde hiç bir değişiklik yoktu. Gülmek, ağlamak, kaş oynatmak, burun kırıştırmak...sanki hiçbir mimik onun yüzünde var olmamıştı. Sanki anne karnındaki bir fetusken hiçbir mimik kası oluşmamıştı.

"Biletini aldın mı?" diye sordu. İşte o an bütün gereksiz saçma düşünceler harçsız tuğlalar gibi  yıkılıp yerde paralandılar. Korku, endişe, üzüntü saklandıkları yerden bir Anka kuşu misali küllerinden doğdular. Üzerime oturan tonluk ağırlığı kimse görmese de, omuzlarım çökmüştü. Titrek bir nefes alıp, "Aldım," dedim. Dudaklarım ancak bu kelimeyi sunabilmişti ona. Gidecektim. Her şey ayarlanmış, gidişimin arkasına ucu kırık kurşun kalemle basit bir son yazılmıştı.

"Kaçta?" diye sordu,

"Üç buçuk." dedim.

Kuyruğu sıkışmış bir sincap gibi ondan kaçırdığım bakışlarımı, kara deliklerine çevirdim. Bir nefesi ateş ve kül edecekti bedenimi biliyordum ama o gözlerin bilmediği bir şey vardı. Bir kere siyahı seven başka renkleri sevemezdi. Zaten sevse, o zaman siyahı sevmemiş olurdu. Nasıl tüm renkler karıştırıldığın da beyaza çıkarsa sonu, Maviyi de karıştırın bir tek siyaha çıkardı. Ona doğru bir adım attım. Yaş odunları anımsatan kokusunu duyumsaya bilmiştim. "Gün ışığının hiç uğramadığı, yalnız ağaçların kederli kokusu."

"Feza," dedim her iki yanında duran ellerini tutup. Bu ani ve beklemediği refleksim onu şaşırtmış ve gerilmesine neden olmuştu. "Gitmek istemiyorum," diye fısıldadım. Kalbim cesur kelebek kanatlarıyla titrerken, sıcak bir cevap bekledim ondan. Gitme diyeceğini biliyordum zaten.

"Gitmelisin."

"Biliyorum ama gitmek istemiyorum."

"Gideceksin," dedi kesin, sarsılmaz bir sesle. İşte o an kendimin bile hayret duyduğu bir şey yaptım, dudağının hemen kenarına sulu bir öpücük bıraktım. Benim kalbim, onun kara delikleri irileşirken ona, "Ruhu ölü bir adama aşık oldum. İçimde ölü kelebekler var. Onların yasını tutmadan hiçbir yere gitmiyorum." Dedim.















SOKAĞIN SON ŞARKISIDonde viven las historias. Descúbrelo ahora